Çevirmenin de son söz kısmında değindiği gibi;aslında başta bir çocuk kitabı gibi dursa da aslında derinlerde yatan anlamının hiç de öyle olmadığı gerçeği söz konusu.Genel olarak akıcı olsa da yer yer sıkılmak da mümkün olabilir tabi.
Çocukların dünyasından büyüklerin dünyasına bir bakıştır bu kitap. Lider olma hırslarına yenik düşenlerin kendileriyle beraber felakete sürükledikleri. Bertrand Russell İktidar kitabı bunu en güzel anlatan kitaptır. Önder ve önderin arkasından giden toplum. Sineklerin Tanrısı kütüphanenizde olması gereken kitaplardan.
Sosyalizm ve faşizm çatışmasını anlatan şahane bir kitap(Zaten aldığı Nobel ödülünden bunu anlayabiliriz).
Kitap boyunca son derece sıradan gibi görünen olaylar son sayfalarda o kadar hızlanıyor ki şaşırıyorsunuz. Mükemmel bir kitaptı.
Sonsözü okumadan da bazı şeyler oturmuyor.
Gizli mesajlar orada saklı.
Başlangıçta çok fazla betimleme var kitaptan tat alamıyorum diye diye okudum fakat son 20 sayfa o etkiyi sildi süpürdü.Son söz kitabı yerli yerine oturttu.Etkiledi.Özellikle karakterler çok gerçek ve kitap sizi bazı acımasız gerçeklerle yüz yüze getiriyor.
göründüğü gibi bir macera romanı değil aynı zamanda derin anlamları olan bir kitap
ssız bir adaya düşen askeri okul çocuklarının maceralarını mı okuyacağınızı sanıyorsunuz? bence bu roman tıpkı tüm Dostoyevski romanları gibi insan ruhunun karanlıklarına ayna tutuyor. Aynaya bakmaya korkmayın. Orada kendinizi göreceksiniz.
Konu olarak, distopik bir yandan da aslında gayet günümüzde bile yaşanabilecek bir olayın sonuçlarının ne yönde olabileceğine dair oldukça gerçekçi bir varsayım.
Roman konusu bakımından o kadar orijinal ve gerçekçi ki bence anlatıma takılmadan, özellikle distopya seven okuyucuların, okuması gerekiyor bir kere.
İçerik eleştirisi olarak bazı karakterlerin iç dünyasına yeterince inemediğinizi hissediyorsunuz. Oldukça uzun çevre betimlemeleri var ancak bu betimlemeler yan karakterlerin ruh dünyasını anlatmaya gelince yetersiz kalıyor. Özellikle de 'Demek istediğim şu.. Bizden başka canavar yok belki...' diyen Simon karakterini daha iyi tanımak isterdim. Bir yerde kendiniz tamamlamak zorunda kalıyorsunuz o eksiklikleri.
Ve Mina Urgan... Neden o çeviriyi yaparken 'görmezlikten-duymazlıktan' yazmak yerine 'görmemezlikten- duymamazlıktan' yazıldı hiç anlayamadım. Keşke bu yazım hatası yapılmasaydı. İş bankası yayınındaki son söz de oldukça gereksiz geldi bana. Sanki biz anlamamışız gibi kitabın küçük bir tekrarı yapılmış ancak gereksiz olmuş.
Sonuç olarak insan olarak vahşi yaratıklarız, ilkokuldan liseye kadar yapılan güç gösterilerini hatırlayınca insanın eğitilerek gerçekten 'insan' olduğunu anlayabiliriz aslında. O yüzden bir okul müdürünün böyle bir hayal dünyası yaratmadaki başarısını daha iyi anlayabiliriz.
İnsan doğasının vahşi yönünü, söz konusu çocuklar dahi olsa, insan denen varlığın özünün masumiyetten ne kadar uzak olduğunu gözler önüne seren 'dev' bir eser. Hikayedeki en önemli karakter Domuzcuk'dur- bu karakterin üzerinden oluşturulan etkili alegori ise eserin en çarpıcı yönü bana göre. Özetle; gözlüklü, şişman, 'nerd' diye adlandırabileceğimiz bir çocuktur Domuzcuk. Adada ateş yakmak için Domuzcuğun gözlüğü kullanılır. Domuzcuk, açık denizden geçen gemilerin kendilerini fark edebilmeleri için adadaki ateşin devamlı canlı tutulmasının gerekliliğini ve önceliğini, barınakların doğru inşa edilmesinin önemini vurgularken, Jack adlı karakterin(***Heil Hitler!***) güdümündeki diğer çocuklar durmaksızın avlanmaya odaklanmıştır. Sopaların iki ucu da sivriltilmiş ve amansız bir av başlamıştır artık. Aklı ve sağduyuyu temsil eden Domuzcuğun önce gözlüğünü paramparça ederler- göremez olur, en nihayetinde öldürülür. Ne çalıların arasında saklanmış mitolojik bir canavar vardır ortada, ne de şeytan. Sadece 'insan' vardır ve insanın çürümüşlüğü... Kırık gözlük imgesi başlı başına ikoniktir, zihnime saplanıp kalmıştır ve beni uzun süre terk etmeyecektir muhtemelen... Dehşet verici, büyüleyici bir eser!
Savaştan kaçırılarak daha güvenli bir yere yerleştirilmek istenen ve yaşları 6-12 arasında değişen çocukların bulunduğu uçak, ıssız bir adaya düşer. Başlarında hiçbir yetişkin olmaksızın ne yapacakları konusunda ilk etapta panik yaşayan çocuklar, grubun büyüklerinden Ralph'ı lider olarak seçerler. Aralarında iş bölümü yapmak, çocukları yönlendirmek pek de kolay değildir. Hele ki lider ruhlu Jack'in de gün geçtikçe boyunduruk altında olmaktan hoşlanmadığını belli etmesiyle adada gerilim yükselir.
Konusu itibariyle kitabın adının, çocuk da olsa insanın içindeki kötülüğü simgelediğini az çok anlamıştım ama tam olarak kaynağının ne olduğunu bilmiyordum. Buna ilişkin kafamdaki soruya da Mina Urgan'ın son sözünde cevap buldum. İngilizlerin Beelzebub dedikleri şeytanın, Kutsal Kitap'taki İbranice adı Sineklerin Tanrısı anlamına gelen Ba-al-z-bub'mış efendim.
http://kitapsevinci.blogspot.com.tr/2015/10/sineklerin-tanrisi-william-golding.html
Semboller ve mecazlarla dolu olağanüstü etkileyici ve sarsıcı bir roman, bir başyapıt.
1954 yılında yazılan, Türkçeye çevirisi ancak 25 yıl sonra yapılan, ilk baskısının üzerinde 60 yıl geçmiş olmasına rağmen güncelliğini hiç yitirmeyen bu romanı hala okumamış olan varsa muhakkak okusun.
Roman, devam eden bir savaş esnasında uçakları saldırıya uğradığı için ıssız bir adaya düşen, yaşları 6 ila 12 arasında değişen bir grup çocuğun öyküsünü anlatıyor.
Romanda 5 ana karakter var:
Ralph: Çocukların içinde yaşı en büyük olan, liderlik özelliklerine de sahip zeki, sağduyulu ve güzel bir çocuk. Demokratik bir yönetimi, sağduyuyu, adadan kurtulma umudunu simgeliyor.
Jack: Ralph'la aynı yaşta, bir Katolik kilise korosunun şefi. Zorbalığı, güce dayalı bir liderliği, insanın en ilkel duygusu olan kan akıtma tutkusunu ve ilkel duygulara esareti simgeliyor.
Domuzcuk: Şişman olduğu için bu isimle anılan, gerçek ismi romanda hiç zikredilmeyen çocuk. İleri derecede miyop olduğu için gözlük takıyor, astım hastası, aşağı sınıflardan gelen insanların şivesi ile konuşuyor. Aklı, mantığı, rasyonal düşünceyi simgeliyor.
Simon: İçine kapanık, diğerleriyle iletişim kurma zorluğu çeken bir çocuk. Mistik düşünceyi, bilinmeyene ve gizeme duyulan ilgiyi simgeliyor. Romanın konu bütünlüğüne aykırı gibi duran bir olaya, adaya paraşütüyle düşen bir adamın ölümüne tanıklık eden tek çocuk. Romana adını veren "sineklerin tanrısı", onun tek başına yaşadığı bir ilüzyonda zikrediliyor.
Roger: Şiddet yüklü, öldürmeye meyilli bir çocuk. Tipik bir tetikçi.
Romanın ilk bölümlerinde meyve ağaçları ile dolu bir adaya düşen çocuklar doyasıya yemenin, yüzmenin, oyunlar oynamanın tadını çıkartıyorlar. Bu adadan kurtulmaları için tek yolun adadaki varlıklarını haber veren bir ateş yakmak olduğunu sadece Ralph ve Domuzcuk fark ediyor. Ralph ile Jack arasındaki rekabet de böylece başlıyor. Ralph'in aksine Jack, avlanmaları gerektiğini, et yemek için adadaki domuzları öldürmeleri gerektiğini telkin ediyor. Başlarda Ralph'in sözünü dinleyen çocuklar, zamanla avlanmanın, kan dökmenin, et yemenin, şölenler düzenlemenin cazibesine kapılıyorlar. Onları demokratik bir liderlikle yönetmeye çalışan Ralph'ten uzaklaşıyor, aralarında mantık ve sağduyuyu temsil eden tek çocuk olan Domuzcuk'la alay ediyorlar. Tipik bir zorba olan Jack'a yöneliyor, kendilerine şatafatlı törenler, avlanmanın heyecanı ve et yemenin zevkini vaat eden despotu, kurtulma umutlarına tercih ediyorlar.
Romanın akışı içinde bazı çocuklar ölüyor, ya da öldürülüyorlar. Bu ölümler de birer sembol.
William Golding, küçük bir adada, bir grup çocuğun etrafında geçen olaylarla modern topluma ayna tutuyor.
Et yemek ve vahşetin hazzını tatmak için özsaygıdan, insani değerlerden ve kurtulma umudundan vazgeçen bu küçük ada toplumunun, romanın yazıldığı 1954'den 60 sene sonra, içinde yaşadığımız toplumun küçük bir örneği olduğunu fark edip de sarsılmamak mümkün mü?
Kitap, atom savaşı sırasında, saldırılardan kaçarken uçakları ıssız bir adaya düşen bir gurup çocuğun başından geçenleri konu almaktadır.
Aralarında oylama sonucu şef belirleyen 6 ila 12 yaş arasındaki çocuklardan biri, kurdukları düzeni bozar ve yeni bir gurup oluşturur. Kendilerine 'avcılar' diyen bu çocuklar adadaki domuzları avlamanın zevkine ulaştıkça vahşileştiklerinin farkına varmazlar. Asıl şeflerinin, adadan tek kurtulma şanslarının yanan ateşin sönmeyip, dumanın yakınlardan geçen bir gemi tarafından görülmesi olduğunu anlattığı halde ona kulak asmazlar. Bu arada vahşileşmeye ve avlanmaya devam eden gurup, bir kaç arkadaşlarının ölümlerine sebep olurlar. Aslında, bir nevi büyükler arasındaki atom savaşının farklı bir versiyonu da çocuklar arasında, adada yaşanır.
'Sineklerin Tanrısı' uygar toplumun yaşam şekillerinin, korkunun, açlığın ve hayatta kalma mücadelesinin; insanı vahşileştirebildiği ve acımasız yapabildiği anlatılmaktadır. Hatta bu insanlar küçücük çocuklar olsalar bile...
Ayrıca insanlarda var olan kötü ve iyi içgüdünün aynı şekilde çocuklarda da olduğu; eğitim, çevre ve aile etkenleri ile iyilik yönünün gelişip, kötülük yönünün köreltilmesinin gerekliliği ve gerçekliği vurgulanmaktadır.
'Sineklerin Tanrısı' kesinlikle önerebileceğim kitaplar arasındadır. Keyifli okumalar, bol kitaplı günler...
Bitti... kitapla ilgili yorumumdan once bir kac alinti paylasmak istiyorum...
"'Ben sizlere yiyecek verdim' dedi Jack. 'Benim avcilarim sizi canavardan koruyacak. Kim giriyor benim kabileme?"
"'Ben şefim' dedi Ralph; çünkü beni sizler seçtiniz. Atesi söndürmeyecektik. Şimdiyse, yiyecek pesinden kosuyorsunuz..."
"Hangisi daha iyi? Kurallar yapip anlasmak mi, yoksa ava çikip öldürmek mi?"
Bir grup 7 ve 16 yas arasi çocugun bulundugu ucak bir adaya düsüyor ve cogu sag kaliyorlar. Bir araya gelip ne yapacaklarina karar vermek icin aralarinda Ralph i sef olarak seciyorlar. Ralph in ve diger cocuklarin tek amaci adadan en kisa zamanda kurtulmak, bunun icinde isaret vermek icin ates yakip duman yapmalari gerekmektedir. Jack ise kilise korosu baskanidir ve kendisinin avci oldugunu ve öncelikle karinlarini doyurmalari gerektigini ve avlanmalarini söyler. Kitap kesinlikle cocuk romani degildir. Aslinda bir hikayeden bütün dünyayi ilgilendiren evrensel konularada deginmistir perde arkasinda. Ceviriyi yapan yazarimiz Mina Urgan kitabin sonunda son söz olarak aciklamis zaten... lafin kisasi okunmasi gereken bir modern klasik diyorum ve herkese tavsiye ediyorum.
Edebiyatın, insanı daha iyi bir insan yapacağına olan inancımı iliklerime kadar hissettiren bir roman oldu, Sineklerin Tanrısı. Tıpkı Orwell'ın Hayvan Çiftliği'ndeki gibi, insanın yaradılışındaki kötülüğü, egonun insanı nasıl vahşileştirdiğini, atom savaşından kaçıp, uçaklarının düşürülmesiyle kaldıkları cennet adasını cehenneme çeviren on iki yaşlarındaki çocuklar üzerinden anlatır kitap. İnsanın doğuştan kötülüğünü düşündükçe öfkelensem de, eğitimle iyiliğin güzelliğin peşinden gideceği, umudum oluyor sakinleşmeme. Umut değil midir zaten yaşamı güzel kılan?...
Baş yapıt ... Maalesef yine okumakta geciktiğim bir kitap.Uzun süredir kütüphanemde beklemekteydi.Henüz okumamış olanlar için şiddetle tavsiye olunur , Mina Urgan ın son sözü ile tadı damağınızda kalacak bir eser.
Uzun zamandır beni bu kadar huzursuz, rahatsız eden bir kitap okumamıştım. Basit bir çocuk öyküsü gibi görünse de insanı uzunca bir süre etkisi altına alıp düşünmeye sevkediyor.
Hayatımda bu kadar saçma bir kitap daha okumadım. Ne akıcı, ne inandırıcı, saçmalık resmen. Aldığım paraya acıdım yani.
‘’Sineklerin Tanrısı’’ uçak kazası sonucu ıssız bir adaya düşen çocukların adada hayatta kalmaya çalışırken aralarında geçen dostlukları ve düşmanlıkları anlatılıyor. Başlangıçta kararların toplantıda alınması, şeytanminaresini elinde bulundurana söz hakkı verilmesi, şefin oylamayla seçilmesi gibi demokratça bir düzen oluşuyor. Çocuklar büyükler yokken bu cennet gibi adada eğlenmeyi düşünüyorlar.
Ralph ile Jack arasındaki iktidar ve güç savaşı, adadan kurtulmak için ateş yakma mücadelesi ve avcılık tutkusu ‘’masum’’ olarak tanınan çocukları vahşileştiriyor. Zamanla cennet ada cehenneme dönüşüyor. Sineklerin Tanrısı da üzerine sineklerin konduğu kazığa geçirilmiş bir domuz başıdır ve kötülüğü simgelemektedir. Sırf görünüşünden dolayı alay edilen aralarında en akıllı olanı olan ve gerçek adını öğrenemediğimiz ‘’domuzcuk’’ lakaplı çocuğa çok üzüldüm. Çocuk dahi olsalar hem iyilik hem kötülük insanın içindedir. Yaşanan koşullar bunları ortaya çıkarır ve hangisinin ön plana çıkacağı insanın kendi tercihidir. Kitaptaki Mina Uygan’ın son sözü de çok anlamlı olmuş. Okumanızı tavsiye ederim.
Önceleri biraz sikintili gelsede okumak bir sekilde devam ettiriyor.Merak tabiki bunlardan en fazlasi.
Ikinci dunya savasi gibi bir vahsetten kurtulmalari gerektigi dusunuldugunden bir grup cocugu daha guvenli bir bölgeye götururken,cocuklarin icinde bulundugu ucagin dusurulmesiyle cocuklar kendilerini issiz bir adada bulur. Yaslari 6 ile 12 arasindaki cocuklar bir sekilde duzen kurarlarken insan olmanin dogasindaki durtuleri öne cikar,lider olmak,fark edilmek ,egonun en savunmasiz hali,dar bilgi kapasitesi. Burda korkunun da insana neler yaptirabilcegidir. Yasamak icin bir savunma yöntemi bulmak zorunda olan cpcuklar ayni zamanda kendi ustunlugunu kanitlama arzusuyla vahsilesir. Burdaki vahsilesme bana göre hayatta kalma arzusunun ve caresizligin bir ifadesi gibi geldi. Adada olanlar bize ne kadar korkunc gelsede bence biz buyuz yani vahsi,korkak egomuz nukler silahlardan bile korkunc insanlariz. insan iyi sartlarda neler yapabilecegi ayri bir durum mutlaka ama bu cocuklarin oldugu durumda olsaydik kimimiz Jack kimimiz Ralph yada Domuzcuk olurdu ne yazik ki cocugun adi bilinmiyor domuzcuk olarak kaliyor. Tabii final de hepsinin sadece masum cocuklar olarak göruyoruz.Bence okunulmasi gerekilen kitaplardan. Bu kitapdan sonra kesinlikle mercan adasini okumak bana dogru geliyor.
En büyükleri 13-14 yaşında olan, atom savaşları nedeniyle güvenli bir bölgeye kaçırılmaya çalışılan bir grup çocuğun uçak kazası nedeniyle bir adaya düşmesiyle başlıyor her şey. Başlangıçta cennetten bir tasvir gibi görünen, Mercan Adası’na atıflar yapan bu ada, zamanla yiyeceklerin sınırlı meyve ağaçlarından, bir domuz sürüsünden oluşması nedeniyle yaşam ve iktidar mücadelesinin merkezi oluyor.
İnsanın ulaşabildiği her yer cehennemdir misali, cennet ada da zamanla cehenneme dönüşüyor. Büyüklerinden gördükleri şekilde demokrasi geliştiren, bir düzen kurmaya çalışan çocuklar arasındaki iktidar mücadelesi, sorumsuzluk, düzensizlik, yetersizlik, beceriksizlik gibi çeşitli insana özgü problemler, okurken kendinizi sorgulamanıza, “Ben olsan ne yapardım?” diye düşünmenize neden oluyor. Alegorik şekilde insanı ve insani duyguları inceleyen roman da aklın ve düşüncenin sembolü Domuzcuk, diktatörlük ve yönetme hırsının sembolü Jack, sağduyunun sembolü ise Ralph olarak çıkıyor karşımıza. Kitaba yerleştirilen sembollerin içi Mina Urgan’ın eşsiz sonsözüyle doluyor.
Kitabın ilk sayfaları, akıcı ve sade dili, size masal kitabı okuyorsunuz izlenimi verebilir, olaylardaki sertlik, aralara sıkıştırılmış semboller durumu değiştiriyor.
Çocuklar üzerinden ıssız bir adada yürüyen bir roman belki ama okudukça gerçek dünyayla ne kadar bağlantılı olduğunu göreceksiniz.
http://www.beraberokuyalimmi.blogspot.com.tr/2015/11/sizden-gelenlersineklerin-tanrisi_9.html
Issiz bir adaya dusen cocuklarin romani bu, ama bu ada cocuklugumuzda okur iken hayran oldugumuz ve o macerayi kendimizde yasamak istegimiz klasik "Mercan Adasi" degil...
6 - 12 yas arasi cocuklarin uygarliktan uzaklasinca yasadiklari korkunc donusumu anlatan Golding, okuyani dehsete, aciya ve en onemlisi de muthis bir ic sorgulamaya surukluyor.
Iki lider, Ralph ve Jack... Biri, esitlige, sevgiye, anlamaya ve iyilige onem veren, digeri ise kendinden baskasini hor goren, zorbaca bir baskiya inanan, kotuluge yonelen... Domuzcuk, dis gorunusu ve astimi ile toplum disina itilen ama iclerinde en akillilari, Simon saf iyiligi temsil eden, gercekleri net gordugu icin, korkmayan ve Roger, oldurmekten zevk aldigini kesif eden...
Kitabi okur iken, birer melek oldugunu dusundugumuz cocuklarin, nasil birer vahsiye donusebildigini dehset ile fark ediyorsunuz, sonra da aslinda kendi cocuklugunuza baktiginizda, cocuklarin da tipki yetiskinler gibi birer insan oldugunu anliyorsunuz: iclerinde hem iyi hem de kotu ic guduleri olan. Anne/babalar ve toplumun asil gorevi ,iste bu iyi ic guduleri ortaya cikartmak, kotuyu de engellemek olmalidir.
Gozluk, insanligin kurtaricisi olan atesi!, buyuk deniz kabugu ise, demokrasiyi simgeliyor kitapda... Insanligin avlanmaya baslamasi ile de vahsilesmenin artik onune gecilemez bir durum haline geldigini okuyoruz ...
Her cocuk ve her yetiskin okumali bu kitabi... Bir hayatda kalma mucadelesi, ve bu mucadeleyi verir iken, insanligini kaybetmemenin onemi!
Okurken tabii ki metaforlara yoğunlaştım ve anlamaya çalıştım. Zaten son söz çok güzel anlatmıştı her şeyi (Mina Urgan'ı da saygıyla anıyorum).
Ama kitap, çok fena Lost'a kaynak olmuş gibi hissettim... Daha doğrusu Lost dizisi bu kitaptan fena araklamış bir şeyler... Mesela Jack'in içindeki John Locke'u görmemek için kör olmak gerekiyordu...
Çeviri de muazzamdı tabii ki, resmen adada hissettim kendimi...
Muhakkak okunmalı dendiği için beklentiyi yüksek tuttuğumdanmıdır bilinmez yine hayalkırıklığı oldu ne yazık ki..Meşhur birkaç kitapta da yaşamıştım bu hayalkırıklığını.Kitabı akıcı ve açık bulamadım bazı şeyler muallakta kaldı özellikle kitabın başlarındaki diyaloglarda.. Betimlemeleri boğmadı desem yalan olur neyse ki sonlarda toparladı özellikle son sayfalar su gibi aktı..İçimizdeki canavarın yaşı yokmuş meğer
İş Bankası Kültür Yayınları baskısının çevirisi Mina Urgan'a aittir, o kopyanın bulunmasını önemle tavsiye ederim.