https://illekitap.blogspot.com/2018/12/jennifer-royce-zorba-ask.html Sonunda Jennifer Royce'un çıkan son kitabını da okudum. Jennifer Royce, çok sevdiğim yazarlardan birisi olmanın yanında kendi kültürü olmayan bir türü oldukça güzel yazıp, sağlam kurguları kaleme alıyor olmasıyla hayranlığımı kazanıyor. Akıcı, sürükleyici, aşk dolu ve heyecanlı kurguları kaleme alan yazar biz historical romans severlerin okumaktan asla vazgeçmeyeceği Highland'ı konu alan klan beylerini anlatıyor. Zaten bu türü okumaya fazlasıyla hasret olduğumuz için lütfen daha fazla yaz Jennifer Royce demeden duramayacağım. Kitabın kısaca konusuna değinmek gerekirse; klanı Lord Fergus tarafından ele geçirilen Sheena, Fergus'un oyunlarına alet olmamak adına, ölüm döşeğindeki babasının isteğini yapıp elindeki gizli tünelin haritasıyla Lord Troy'un topraklarına gider. Oraya sığınacak, Fergus'tan kaçacak ve bir şekidle hayatta kalacaktır. Ancak işte hiç de öyle umduğu gibi gitmedi. Lord Troy'un oldukça korunaklı olan kalesine girdiğinde kendinden olmayan insanları tanıyabilmek için belirli yöntemlere başvuran klan halkı ve güvenlik önlemleriyle Troy'a yakalanan Sheena, kimliğini gizleyerek orada kalmaya başlar. Ancak hiçbir şey hiçbir zaman göründüğü gibi olmadığından ve hiçbir zamanda hayat planlandığı gibi gitmediğinden dolayı süregelen olaylar Troy ile Sheena'yı yakınlaştırırken iki gencin kalbinde filizlenmeye başlayan aşk kendini gösterirken aksilikler yakalarını bırakmaz. Kitabın başında Sheena'nın yolculuğu cidden çok güzeldi. Hayranlıkla okurken onun o meraklı burnunu her şeye sokmasını ise eğlenerek okudum. Troy'un güvenlik için üretiği çözümler çok yaratıcıydı ve daha önce hiçbir kitapta okumadığım bir detay olması çok hoşuma gitti. Troy ile Sheena arasındaki diyaloglar, olaylar ve yakınlaşmalar hatta kavgalar bile oldukça eğlenceliydi. Sizi bilmem ama ben klan lideri daha olsa onlara meydan okuyabilecek, isyan edebilecek karakterde kadınları okumak çok hoşuma gidiyor. Rhona'yı çok sevdim ama o kadında aynı zamanda sevmemem gereken şeyler varmış hissi de yaşadım. Onun geçmişini daha detaylı okumak isterdim açıkçası. Jahara oldukça sürpriz bir detaydı kitapta. Onunla ilgili de daha fazla detay okumak isterdim. Sonunun ne olacağını bilmek isterdim. Troy'un Fergus ile ormanda karşılaştıkları anda... tuzağa düşerken avcı durumuna düştükleri zamanı daha detaylı okumayı çok isterdim. Keşke o kısımdaki dövüş sahnesini daha fazla yazsaydınız sevgili Jennifer Royce. Ayrıca kitabın sonunda Sheena'nın babasının ve Troy'un geçmişine dair açıklanan sır cidden büyük bir sürpriz oldu. Yazarın son dakika golüydü sanki... sevdim o sürprizi. :) Kitaba dair söylemek istediğim kısımlar var ama spoiler olmasından korkuyorum. O yüzden sanırım kısa kesmem daha doğru olur. Kitabı çok beğendim, dediğim gibi bu tür kitaplara hasretiz bu yüzden okumaktan ve çok büyük zevk aldım. Jennifer Royce favori yazarlarımdan biri wattpad'de bulunan hikayelerinin hepsinin kitap olmasını büyük bir hevesle bekliyorum. Kitap benim nazarımda 5 üzerinden 4'lüktü. Bu kadar beğenmişken neden 4 derseniz, Jahara ve Rhona'nın daha fazla yer almasını isterdim. Onların hikayesi değildi belki ama çok merak ettim onları ben :) Bir de Fergus ile Troy'un ormanda savaştıkları kısmın daha fazla detaylı olmasını isterdim. Dövüş kısımlarına dair bilgiler fazla detaylandırılmamıştı bu yüzden sanırım 4 vermem daha doğru olur diye düşünüyorum. Bence bu yazarı mutlaka denemelisiniz, cidden bu türde çok güzel yazıyor. Ayrıca kapak tasarımına bayıldım ve bölüm aralarındaki kadın ve şahin figürüne de bayıldım.
https://illekitap.blogspot.com/2018/12/jeff-gunhus-kabus-night-chill-1.html Sonunda bu kitabı okudum bende... ne kadar zamandır elimdeydi hatırlamıyorum... altı ay... bir yıl... Açıkçası kitaptan beklentim çok farklıydı. Şöyle ki ben kitabı aşırı korku ve benim geceleri uykularımı kaçıracak, yalnız başıma uyuyamayacağım bir korku kitabı bekliyordum ama kitap daha çok paranormal olayların olduğu polisiye-macera türünde bir kitap çıktı. Bu durumdan şikayetçi miyim? Asla... çünkü korku olsaydı tadını çıkaramazdım ama bu türde tadını son sayfaya kadar çıkardım. Ve aşırı derecede çok beğendim. Beklediğimden çok başka bir şey okudum ve inanın her bir satırı benim için oldukça tatmin ediciydi. Jeff Gunhus, ülkemizde ikinci kitabı yayınlanmış bir yazar. Kurguları akıcı, sürükleyici, merak uyandırıcı ve sonunun ne olacağının bilinmezliğiyle okuduğumuz bir yazar. Keza bu kitabında da öyleydi. Oldukça akıcı bir merak uyandırıcı bir kurgusu vardı. Ne olacağını nasıl olacağını merak ediyoruz ama aynı zamanda sonunu nasıl bağlayacak ve bilinmezlikleri nasıl çözümleyecek onun da heyecanı içerisinde gerilerek okuyoruz kitabı. Kitabın kısaca konusuna değinmek gerekirse; Jake kızları Becky ve Sarah ile aşırı yağmurlu bir akşamda eve dönerlerken girdikleri bir istasyonda esrarengiz bir adamla karşılaşırlar. Bu adam Jake ve ailesinin başına bela olacağının sinyallerini verir. Jake bazı doğaüstü olaylara tanık olurken küçük kızı Sarah'ın özel bir çocuk olduğunu ileri süren adamlarla da uğraşmak zorunda kalır. Çünkü bu adamlar Sarah'nın peşindeler. Onu kaçırıp kendi emellerine alet ederek öldürmeyi planlamaktadırlar. İşin kötü tarafı Sarah da özel bir çocuk olduğunu kanıtlayarak doğaüstü yetenekler sergilerken bu adamların kendisini neden istediğinin de farkındadır. Jake hem kızını korumaya çalışırken hem de kendisini karısına ve polislere inandırmaya çabalamaya çalışır. Ancak Jake'in tahmin etmediği şey, birkaç adamla sınırlı kalan olayın aslında oldukça büyük bir olay olduğu ve açıklanamaz olaylara sebebiyet verdiğidir. Öncelikle hiç de kitabın lanse edildiği gibi hayaletli, ruhlu bir korku hikayesi olmadığı konusunda sizi uyarayım. Bazı paranormal olaylar söz konusu evet ama bu herkesin hevesle izlediği Supernatural dizisinde olan olaylar gibi... Ayrıca bazı doğaüstü ve açıklanamaz olayları da göz önüne alırsak pek de korkutucu değil daha çok klasik fantastik yaratıklı kitapların yer aldığı hikayeler kadar ürkütücüdür. Ancak şunu da itiraf edeyim, küçük bir kız ve bir baba söz konusu olduğu için ve bir bilinmezlikle savaşıldığı için istemsizce gerileceğiniz yerler olacaktır. Bütün bu uyarıları yaptıktan sonra yorumuma gelecek olursak, ben kitaptaki kurgunun bütünlüğünü çok beğendim. Olayların gidişatı, döngüsü, birbirleriyle bağlantıları falan çok güzeldi. Havada kalan ya da gereksiz yere boy gösteren hiçbir karakter yoktu. Hepsinin bir sebebi vardı bunu sevdim. Kitabın zaman zaman tahmin edilebilir zaman zaman tahmin edilemez boyutlara ulaşmasını ise ayrı bir sevdim. Ben beni şaşırtan yazarları severim ve Jeff Gunhus'da bunu yapmıştı kitabında. Evlat sevgisi muhteşem bir şekilde anlatılmıştı. Özellikle Jake'in arkadaşı Max'in yaptığı çok güzeldi. Evet,, evlat sevgisi bencilce duyguların bir kenara atıldığı sevgi bunu çok güzel göstermişti yazar. Sanırım bir baba olmasında bunun payı var :) Kitabın sonundaki adrenalin çok güzeldi, Öyle bir son düşünmemiştim, ama hoşuma gitti açıkçası. Çok sevdim o sonu... Son bölüm ise... uvvv ikinci kitapta bizi heyecanlı şeyler bekliyor diye düşünmeme neden oldu. Kitaba dair çok detaylı yorum giremiyorum, çünkü bu bir aşk romanı değil ki size spoiler vereyim. Bu tür kitaplara spoiler vermek demek bütün ince sırları ortaya dökmek demek ve bu da kitabın büyüsünü bozar. Ama ben çok beğendim. Dediğim gibi korku diye başladım ama paranormal gerilim türünde bir kitapla karşılaştım ve bu durumdan çok memnun kaldım. Eğer ki gerilim kitaplarını seviyorsanız deneyin. Paranormal veya doğaüstü kurguları seviyorsanız deneyin. Bir babanın evladı için neler yapacağını okumak istiyorsanız deneyin. Bence bu kitabı bir deneyin :)
https://illekitap.blogspot.com/2018/11/amanda-scott-sakn-bitti-deme-iskoc.html İskoç Şövalyeleri serisinin 3. kitabı Sakın Bitti Deme kitabıyla seriyi sonlandırdım. Açıkçası bu seri benim her okuduğum ya da okuyacağım İskoç hikayesinin muhteşem olmayacağını anlamamı sağlayan bir tecrübe oldu. Çünkü hep çok güçlü kalemler okumuşum bu türde ve bazı kitaplar onlar kadar iyi değilken okumak baya bir zorladığını fark ettim. Seriye başladığımdan beri dile getiriyorum, yazarın bir sonraki kitabı bir öncekinden daha iyi diye. Bu kitapta ilk iki kitaptan daha iyiydi. Zaten ilk kitap tam bir fiyaskoydu ama ikincisi ondan bir tık daha iyiyken bu kitap ikiden bir tık daha iyiydi. Bu seri şöyle 6-7 kitaplık bir seri olsaydı muhtemelen son kitap zirve olurdu diye düşünüyorum. Öncelikle, kitabın konusuna değinmeyeceğim çünkü arka kapak yazısı yeterince açıklayıcı dolayısıyla direk yoruma giriyorum. Bu kitapta Jake'i okumak çok güzeldi çünkü en merak ettiğim karakterdi diyebilirim çünkü ne Fin gibi ne de Ivor gibi güçlü toprak sahiplerinden değildi. Bir denizcinin oğluydu ve muhteşem bir denizciydi kendisi de. Aynı zamanda Fin ile Ivor'un da en yakın arkadaşlarındandı. Bu yüzden onu okumak çok güzeldi. Hikayesi de oldukça iyiyidi aslında hem Alyson ile tanışmaları, Alyson'ın evli olması ve sonrasında gelişen olaylar çok güzeldi. İkisinin arasında ilk karşılaştıklarından harlanan ama önlerine konulan engelle geri adım atmak zorunda kalan Jake'e rağmen ikinci karşılaşmalarında aralarındaki çekimin aşka dönüşmesini okumak çok güzeldi. Ivor'un hikayesinden bir tık daha iyiydi aşk konusunda ama ilk kitaptan beri dilimde tüy bitti bunu söylemekten, savaş sahnesi bakımından geri planda kalmıştı. İlk kitaptan beri savaş çıkacak atılımlar yapılıyor ama bizim şövalyeler bunu engellemeyi başarıyorlar. Fin'in kurnazca yaptığı planla setleri yıkması, Ivor'un tek bir ok atışıyla savaşı durdurması ve Jake'in konuşmasıyla olayların alevlenmeden durması falan... bana olmamış, yarım kalmış, geçiştirilmiş hissi verdi. Yani şöyle düşünün, bu türü okuyanlar bilir, Alyson kaçırılıyor ve Jake onun izini buluyor ama adamlarla savaşmasına gerek kalmadan olayı hallediyorlar. Sanki Amerika yapımı bir filmde arabulucularla cinnet geçiren bir adamı mantıklı düşünmeye davet ediyorlarmış hissi verdi. Olmadı.. İskoç kitaplarına yakışmıyor bu bence... nerede savaş, nerede kılıçların havayı yaran tiz seslerinin betimlemeleri... nerede sevdiği kadın için hayatını tehlikeye atmayı göze alan adamlar... Bu kısımlar beni tatmin etmedi açıkçası. Bir de bütün seri boyunca bizim adamların Albany'e karşı Kral'ın çocuklarını korumalarını desteklemelerini okuduk. İkinci kitabın sonunda tahtın birinci varisi öldü, bu kitabın sonunda kral öldü ve küçük oğlan kitabın başında kaçırıldı. Nerede, ne yapıyor belli değil ama kitap bitti. Albany ülkenin valisi oldu, ülkeyi yönetiyor. Biraz yarım kalmışlık hissi verdi açıkçası. Tamam aşık oldular, evlendiler, sonsuza kadar mutlular bitti olmamalıydı. Sonrasında olması gereken çok mühim bir olay var. Tahtın tek varisi James nerede? Açıkçası bu seri hiçbir şekilde beklediğim gibi çıkmadı. Bir çok yönden beni hayal kırıklığına uğrattı. Tavsiye eder miyim? Bilemiyorum. Ancak şunu söyleyeyim İskoç hikayeleri benim elimde en fazla iki gün kalır, işten eve gelir heyecanla alırım elime ve gece yarılarına kadar okurum ama ne yazık ki bu seride bunu yapamadım ve iki haftada 3 kitabı zorla bitirdim. Bu yüzden tavsiye eder miyim? Tercihi size bırakıyorum.
https://illekitap.blogspot.com/2018/11/amanda-scott-yalan-da-olsa-iskoc.html İskoç Şövalyeleri serisinin ikinci kitabı Yalan da Olsa'yı okudum. Açıkçası ilk kitabı pek beğenmedikten sonra bu kitaba dair beklentim çok düşüktü. Ama şunu gördüm ki ilk kitap Aşkta İntikam Olmaz'dan bir tık daha iyiydi. En azından ondaki gibi aşk damdan düşer gibi olmamıştı ve daha belirgin bir amaç vardı. İlk kitabı beğenmediysen bunu neden okudun ki? diye düşünenler olabilir ama seriyi zaten almıştım. İskoç olunca hep beğenecekmişim gibi düşünüp kitapları alıyorum ve sonuç ortada... almışken de okumamak olmazdı bence. Ben de okudum ve gördüm ki ilk kitaptan daha iyiydi ama yine de mükemmel değildi. Yazarın kalemi gereği sanırım kurguları çok bir durgun, bir hareketlilik yok ve savaş sahnesi yazmayı pek sevmiyor. Bu kitabın sonunda olması gereken savaş sahnesi yazılmamış, geçiştirilmişti mesela. Çok çabuk oldu bittiye gelmişti ve ne yazık ki bu biz İskoç severlerin pek alışık olmadığı bir durum. Ivor ile Marsi arasındaki aşk bu sefer Fin ile Catriona arasındaki gibi damdan düşer gibi değildi. Direk yavaşça temelleri atılarak, ilk önce cinsel çekimle başlayıp sonrasında yavaşça filizlenerek başlayan bir aşktı. En azından o kısım da ilk kitaba göre baya bir gelişme var diyebilirim. Kitap genel olarak Ivor'un Marsi ve küçük prens James'i korumak için Piskopos Traill'in yanına götürme yolculuğunu anlatıyordu. Zaman zaman hareketlenen ve bir aksiyon çıkması olası olan yerlerde ne yazık ki beklediğim gibi aksiyon olmadı ama kitabın sonunda bir savaş sahnesi söz konusuydu ve hatta ilk kitaptan tanıdığımız Fin'de boy gösterdi ama yorumumun başında da dediğim gibi biraz oldu bittiye gelerek geçiştirilmişti. Daha detaylandırılabilinirdi bence o kısım. Bir de ilk kitapla bu kitabın çevirmenleri farklıydı. Bu yüzden ilk kitapta karakterlerin Piskopos Traill'in taktığı lakapları hep orijinal dilinde okuduk. Fin için Lion, Ivor için Hawk'ı okuduk. Ancak bu kitapta direk Ivor için atmaca ve Fin için de aslan olarak yazılmıştı. Sadece ben mi takıntılıyım bu konuda bilemiyorum ama bence uyumsuzluk olmuştu. Ya ilk kitaba sadık kalıp o şekilde lakapları kalacaktı ya da ilk kitapta da Türkçe yazacaktı. Bu uyumsuzluklar pek hoş olmuyor ne yazık ki :( Bunların haricinde kitaba dair söyleyebileceğim bir şey yok. Genel olarak ilk kitap kadar kötü değildi ama çok da iyi değildi benim nazarımda 5 üzerinden 3 lüktü. Her kitabın bir öncekine göre daha iyi olduğu söz konusu gibi görünüyor ve dolayısıyla son kitabın daha iyi olduğunu düşünmeden edemiyorum. Bakalım nasıl çıkacak serinin son kitabı Sakın Bitti Deme...
https://illekitap.blogspot.com/2018/11/amanda-scott-askta-intikam-olmaz-iskoc.html İskoç Şövalyeleri Serisinin ilk kitabı Aşkta İntikam Olmaz kitabının yorumuyla karşınızdayım. Normalde İskoç hikayelerini seven benim için bu kitap elimde çok uzadı. Hasta olduğum için mi yoksa okurken çok sıkıldığım için mi çözemedim açıkçası ama ne yazık ki ne alırken ki hevesim ne de okurken ki beklentimi karşıladı. Sanırım kitap için beklentimi çok yükseltmiştim. Amanda Scott'ın kitabın sonunda okurları için yazdığı yazıya göre şunu söylemeliyim ki evet kitap araştırılarak yazılmış ve tarihi bilgilere dayanıyor ama gerçek bilgilerden kurgulanarak yazılan bir çok bu türde kitap okudum ve hiçbirinde bundaki gibi sıkılmadım ya da kitap elimde bitmek bilmedi. Böyle düşünmemin sebebi belki de griple boğuşuyor olmam bilemiyorum ama serinin diğer kitapları da elimde olduğundan dolayı kesinlikle diğer iki kitabı da okuyacağım onlar da böyleyse sorun ben de değildir derim :) Kitabın kısaca konusuna değinmek gerekirse ile başlayan paragraflarda kitabın kısaca konusuna değinirdim ama bunda değinmeyeceğim çünkü arka kapak konusu yeterince bilgi veriyor dahası spoiler olur. Kitapta sevdiğim yerler vardı. Mesela başlaması... ya da kitabın sonundaki Comyn'ler ile olan set, savaş muhabbeti... daha güzel yazılabilir miydi? Evet orada harbi savaş sahnesi okumayı isterdim. Ya da ilk bölümde Fin'in ailesinin savaştığı kısımda daha detay okumayı çok isterdim ama ne yazık ki her en kadar güzel olsa da biraz fazla geçiştirilmiş hissi verdi. Fin ile Catriona arasındaki arkadaşlık güzel başlamıştı ama aşka biraz fazla hızlı döndü. Sanki yazar hadi ben bunların arasını yapayım demiş de birden akıllarına bu fikir gelmiş gibi oldu. Biraz duygu bakımından havada kalmış gibiydi. Aslında kitapta tatmin etmeyen çok fazla şey vardı ne yazık ki ve beklediğim İskoç kitabı değildi. Umarım serinin diğer kitapları da bunun gibi değildir yoksa cidden bu seri bende büyük bir hala kırıklığı olacak.
https://illekitap.blogspot.com/2018/11/paula-quinn-tutku-cemberi-risande.html Ve bu ay okuduğum 5. historical romans aynı zamanda ayın beşinci kitabı. Bu türe olan özlemim sanırım hem kitapları elimden bırakamamamı hem de hızlı okumamı sağladı. usta kalemler okuduktan sonra şimdi daha önce adını duymadığım bir yazar olan Paula Quinn'in kitabını okuyorum. Bu kitap The Risande Ailesi serisinin ilk kitabı ve büyük ağabey Brand Risande'nin kitabıydı. Serinin ikinci kitabı bu kitapta da tanıdığımız Dante'nin kitabı ve üçüncü kitap ise yine bu kitabın sonunda öğrendiğimiz küçük kız kardeşlerinin kitabı. Ancak yayınevi biliyorsunuz ki bu türü çok nadir yayınladığı için muhtemelen devamı gelmeyecek ve bizler de okuyamayacağız. Bir gün yayıncıların tekrardan bu türe yönelmelerini temenni ederek yorumuma geri dönüyorum. Paula Quinn, kurgusu akıcı, sürükleyici ve her historical romansta olduğu gibi savaş, ihanet ve aşk doluydu. Bence eksiklikleri vardı bu yüzden çok çok iyiydi diyemem ama bu türün okurlarının seveceği bir kitap olduğunu düşünüyorum. Tabi usta kalemlerle kıyaslanmadan okudunduğunda. Önce konuyu kısaca bir özet geçip detaylı yoruma gireceğim: Babası savaşı kaybedince toprakları Lord Brand Risande'ye geçince evini terk etmemek için kralın emriyle Brand ile evlenmek zorunda kalan Brynna evleneceği adamın daha önceden sevdiği kadınla aşk yaşadığı bir ana tanık olup çok etkilendiği hayallerini süsleyen ve içten içe ona duygular beslediği adam olduğunu öğrendiğinde şaşkınlık geçirse de bu evliliği kabul etmek zorunda kalır. Çünkü ya evlenecek ya da doğduğu, büyüdüğü ve sevdiği herkesi geride bırakıp o topraklardan ayrılacaktır. Brand, nişanlısı tarafından ihanete uğrayıp da kadınlara tekrar güvenmeyip kalbini kapatan bir adamken evliliği istemeyerek kabul ettiğinde Brynna'nın güzelliğinin, tutkusunun, masumiyetinin, asilliğinin, cesaretinin onu büyüleyeceğini hiç hesaba katmamıştı. Kendisine direnirken ördüğü duvarları bir bir yıkan genç kadına yenilmeye başladığında ise karşısına eski nişanlısı çıktığında işler daha da karmakarışık olmak üzeredir. Konusu aslında oldukça ilgi çekici gelmişti bana bu yüzden almıştım ve konusunu da sevdim aslında. Arkadaşlıklar, diyaloglar ve aşk çok güzel işlenmitşi ama aşk aynı zamanda biraz fazla -cığımlı -ciğimli moda geçmişti. Öncelikle söylemek istiyorum ki historical romanslarda 'karıcığım' ya da 'kocacığım' diye tabirlerin olmaması gerektiğini düşünen sadece ben değilimdir herhalde. Ben şahsen orijinal metinden okumamış olsam da o kısımlarda yazan yazının "my wife" ya da "my husband" olduğunu düşünüyorum ve bunu bizim çevirmenlerimiz karıcığım-kocacığım diye çeviriyorlar ve edisyondan da sanırım öyle geçiyor. Arkadaşlar yapmayın ama... "karım" ya da "kocam" tabirleri olmuyor mu özellikle İskoç içerikli ya da savaşçı içerikli kitaplarda? Bir Garwood'larda McCarty'lerde öyle görmedik mi? Bir İskoç savaçlıya nasıl "karıcığım" kelimesini yakıştırıyorsunuz? Açıkçası bu kısıma çok fena takıldım çünkü çok eğreti duruyor karakterlerde. Beni kitapta en rahatsız eden kısım açıkçası burasıydı. O kısım olmasaydı ve tam da istediğim şekilde olsaydı kitabı daha çok severdim sanırım. Çünkü Brand'ın kalbi zaten kırılmışken karısının aşk ile yaklaşımın ve aşkı talep etmesine karşılık verdiği tepkileri çok iyiydi. Benim hoşuma gitti. Dante, William ve Richard ile olan konuşmalar, diyaloglar süperdi. Özellikle bu kişilerin Brynna ile olan bazı sohbetleri oldukça eğlenceliydi. Colette'nin yanlarına gelmesinden sonra bence kitap baya hareketlendi. Bir başlarda ilk 150 sayfa falan çok iyiydi. Sonrasında Brand ile Brynna evlendi falan hafif monotonlaşma oldu sonra Coletta geldi ve tekrar hareketlendi. Ben bu kısımları sevdim. Bazen aşk pıtırcığına kaçar tavırları vardı karakterlerin ama bazen olması çok rahatsız etmedi beni. Ama olmasa daha çok hoşuma giderdi. Kitabı genel olarak değerlendirdiğimde çevirideki o bahsettiğim sıkıntı olmasa çok güzeldi derdim ama ne yazık ki o detay beni oldukça rahatsız ediyor bu türdeki kitaplarda. O yüzden iyiydi. Benim nazarımda 5 üzerinden 4'lüktü.
https://illekitap.blogspot.com/2018/11/maya-banks-asla-bir-iskocyal-sevme.html Veee McCabe Kardeşlerin küçüğü Caelen McCabe'in kitabını da bitirerek McCabe Trilogy serisini bitirmiş bulunuyorum. Üç tane peş peşe İskoç hikayesi okumak beni inanılmaz tatmin etti ve özlemimin birazını giderdi. Bundan sonra bu kadar ara vermeyip, elimdeki historicalları olmadı İskoç'ları okuyarak arada kendime ziyafet çekmeyi planlıyorum :) Maya Banks'in okuduğum üçüncü kitabıydı ve şunu söylemeliyim ki her kitabı bir öncekinden daha iyiydi. Alaric'in hikayesinin hala en iyisi olduğunu düşünüyorum ama sıralama yapmam gerekirse kesinlikle önce Alaric sonra Caelen ve en sonunda da Ewan derim ki Ewan ilk kitaptı ama benim nazarımda kardeşlerinin aşklarının yanında gölgede kaldı. Yine akıcı ve sürükleyici bir konusu vardı. Diğer iki kitaba göre daha savaşlı ve eğitimli olmanın yanında zaman zaman daha duygusal zaman zaman da savaşlıydı. Savaşlı demem şundan dolayı hiç savaşmayı bilmeyen bir klana yani McDonald'lara Caelen hem savaşmayı hem de güçlü savaşçılar olmayı öğretiyordu bunun için daha savaşlıydı. Kitabın kısaca konusuna değinmek gerekirse; Alaric sevdiği kadın Keeley ile evlendiği için Rionna ile evlenmek durumunda kalan Caelen, artık McDonald'ların lordu ve klanın yeni sahibi olarak McDonald topraklarına gider. Onun bu ani lordluğunu kabullenemeyen bir halk ile karşı karşıya kalırken Rionna'nın savaşçı kişiliğini törpüleyip daha kadınsı olmasını ve bir leydi gibi davranmasını talep eden Caelen'e de bu tutumlarından dolayı bilenmiş olan halkın daha da tepkisini almıştır. Geçmişte sevdiği kadın tarafından ihanete uğrayan Caelen bir daha bir kadına güvenmemeyi düşünürken usulca kalbine yer edinmeye başlayan Rionna için ve McCabe'ler için savaş hazırlığındayken olaylar iyice çığırından çıkarken hem Rionna'yı hem halkını hem de kardeşlerini korumak zorunda olmasının verdiği sorumlulukla çalışır. Ancak ne kadar çabalarsa çabalasın başta istemediği bir klanın lordu olacak ve usulca kalbine yerleşen Rionna'ya aşık olacaktır. Ama en büyük düşmanları Cameron hala olduğu yerde dururken savaş kapıda pusuda beklemektedir. Caelen'in klanın güvenini kazanıp da sadakat yemini etmelerini sağlamasını okumak çok güzeldi. Bir halkı en baştan yaratıyordu resmen. Rionna ile aralarındaki ilişki de oldukça hoştu. Rionna'nın düşünmediği ve alıştığı tavırları törpülemeye çalışırken farkına varmadan genç kadını daha fazla yaraladığını görmesi ve onu olduğu gibi kabullenmesi çok güzeldi. Caelen'in Rionna'nın saldırıya uğradığı zaman ki tavırları, hamile olduğunu öğrendiği tavırlarına kadar her adımında adamı sevdiğimi söylemeliyim. Rionna'yı ise, en başından sevmiştim zaten. Tam bir savaşçı prenses! Hatta kocasının Cameron'un tuzağına düştüğünü öğrendiği davranışları süperdi. Kesinlikle Caelen gibi bir savaşçıya da en az onun kadar iyi bir savaşçı kadın eşlik etmeliydi. Ben bu seriyi çok beğendim. İskoçları severler mutlaka okusun! Historical romans severler de okusun. Her iki türü de bilmeyenler için doğru bir zaman mutlaka el atsınlar seriye. Her ne kadar artık ülkemizde tutulmadığı, satmadığı söylenerek yayınlanmayan bu türün en kısa zamanda yeniden yayınlanmasını umuyorum. Her ne kadar satmadığını söyleseler de bu türün inanılmaz çok okuru var ve bunu bir gün fark ederler. Maya Banks'in diğer kitapları nasıl bilmiyorum ama McCabe Trilogy'nin her bir kitabı birbirinden güzeldi. Tavsiye ederim :)