http://illekitap.blogspot.com/2018/09/ozge-ozerbay-kasbeyaz.html Ve ben bir Türk yazarın daha kitabını bitirdim. Ara vereyim dedikçe Türk yazarlara devam ediyorum :) bu kitabı bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine almıştım ve şunu demeliyim ki çok beğendim. Seda Özerbay'ın wattpadde hikayeleri yayınlansa da ben hiç okumamıştım bu yüzden ilk defa kalemiyle tanıştım ve şunu söylemeliyim ki kalemini sevdim. Kurgusunu da sevdim. Şöyle bir kurgudan bambaşka yerlere giden ve hikayeyi batırabilecek yazarlar yerine oldukça güzel bir kurgu yazmış. Kitabı çok sevdim. Takipte olacağım bir yazar Seda Özerbay. Öncelikle kitabın kısaca konusundan bahsetmek istiyorum; Hazal babasının iflas etmemesi için kumarın hilelerini öğrenerek blackjake yani birçoğunuzun bildiği ismiyle 21 oyununda kağıt saymayı öğrenir. Gerekn parayı toplamak için Kaşıbeyaz'ın kumarhanesine gider ve orada kazandığı paraların yanına varlığıyla da Akın'ın namı diyar Kaşıbeyaz'ın dikkatini çeker. Yılların ustası olan Akın, Hazal'ın kağıt saydığını fark edip takip etmeye başladığında bu sefer poker masasınsa hile yaptığını fark eder. Onunla yüzleştiğine ise Hazal, paraları geri vermemek için kendini Akın'a sunar. Bu şekilde başlayan hikayeleri Akın'ın hiç de tahmin edilmeyecek kadar onurlu çıkması, Hazal ile aralarındaki çekime her ikisininde kapılması, aşık olmaları ile güzel gibi görünen hikayeleri saklanan sırlarlar ve gün yüzüne çıkan geçmişle tepetaklak olur... Hazal ile Akın bütün bu sırların ve karanlık geçmişin içerisinde aşklarını ayakta tutup tutamayacaklarının hikayesi... Öncelikle belirtmek istiyorum ki blackjake ve poker bilmeyen biriyim. Hadi pokerdeki birkaç terimi filmlerden falan duysam da tamamen yabancı olduğum bir dünyanın anlatımını yazar öyle güzel rayında tutmuş ki sıkılmadan okudum. Belki biraz daha detay verseydi sıkılabilirdim. Akın Ateşdağlı, tam da adının adamıydı. Adam kesinlikle anlatılmaz yaşanırdı. Hazal'ın yerine ben aşık oldum sanırım okurken. Hazal ise... sanırım çok nadir de olsa sevdiğim bir kadın karakter oldu. Normalde kadın karakterlerin gereksiz kıskançlıkları, tripleri falan beni sinir eder ama Hazal'ı sevdim. Sanırım içinde barındırdığı karakteri sevdim. İçten içe kızkın, kırgın olsa da Akın'a güvenmesini sevdim. Aşkından korkmamasını, aşkına sonuna kadar güvenmesini sevdim. Hazal'ın babasını bir kaşık suyu bırakıp bir damla suda bile boğabilirdim hatta o aynı suda Tolga ve Hakan'ı da boğabilirim. Elif'i de onların arasına ekleyebilirim sanırım. :) Akın'ın Hazal'ı savunması , hele ki Elif'e karşı savunması çok güzeldi. Merve'nin ise tepkileri benim kendi arkadaşlarımla olan ilişkiyi bana anımsattı :) Kitabın sonunda olan vurgun şok ediciydi. Hazal'ın babası son golünü atmıştı cidden. Durumu kendi çıkarına iki dakikada nasık çevirdi hayret ettim. Beni şaşırtan kurguları severim ve bu kitaptaki o son dakika golü de baya şaşırttı. Akın ile Hazal arasındaki güven çok güzeldi. Her ne kadar bazen sarsılsa da, güzeldi. Gereksiz entrika, kıskançlık krizi falan olmaması çok iyiyidi. Bence kitapta her şey olması gerektiği gibiydi, ne eksik ne fazla. Ben kitabı ciddi anlamda çok sevdim, yazarı takibe alıyorum çıkan kitaplarını okumayı planlıyorum. Size de tavsiye ederim okuyun. :) Bu arada Akın ile Hazal'ın nikahları çok tatlıydı. Hele ki mekandan içeri girmeden Akın'ın evlenme teklif ederken ki sözleri... offf Akın ama yaaa dedirtiyordu :) Ve sustum okuyun derim ben :)
http://illekitap.blogspot.com/2018/09/busra-kopru-tarot-falm.html Ve bir Türk yazarın daha kitabını okumuş bulunuyorum. Yeni yazarları deneme taraftarıyım çünkü ön yargılı olup yetenekli yazarların arada kaynamasını istemem açıkçası. Bu düşünceyle tanımadığım yazarları deniyorum ve Büşra Köprü de o yazarlardan biriydi. Kitabını deneyip, kalemini nasıl öğrenmek istedim. Şimdi ise kitabın yorumuyla karşınızdayım. Öncelikle söylemeliyim ki, Büşra Köprü romantik komedi tadında yazmış kitabını. Eğlenceli, romantik, arkadaş ilişkilerinin işlendiği ve iş hayatına da dokunuşlar yapan bir kitap. Kurgusu aslında güzeldi ama zaman zaman sıkıcı da oldu benim için. Detaylı yoruma girmeden kitabın konusuna değinmek istiyorum; Bukle işsiz bir şekilde bir gün giriği restoranda cüzdanını düşürür ve restoren sahibi Okan, Bukle'yi sahilde tek başına oturmuş konuşurken bulduğunda kıza yardım eli uzatır ve arkadaşına yönlendirir... Giray Ortay'a. Giray'ın ortağı olduğu yayınevinde işe başlayan Bukle, her ne kadar Giray'dan etkilense, çekimine kapılsa da ondan uzak durmak zorundadır çünkü Giray patronu Gözde'nin sevgilisidir. Duyguları konusunda bir çıkmazda olan Bukle'nin bu yoldaki yolculuğunu okuyoruz. Kitapta, adından da anlaşılacağı üzere fal dokunuşları var. Aslında Tarot Falım adını duyunca ben daha farklı hayal etmiştim kurguyu ama tarot falı kısmı kitabın başlarında varken burç yorumları kitabın ana fikirlerindendi. Burç yorumlarını okumaktan hoşlanmayanlar bu kitaba dair sıkıcı detaylara boğulmuş gibi hissedebilir... tıpkı benim gibi... ben burç yorumlarını okumam ve okumaktan da hoşlanmam dolayısıyla kitaptaki o detaylardan sıkıldığımı itiraf etmeliyim. Ayrıca, Bukle'nin iç dünyasındaki savaşı, iç sesleri falan... bazı yerlerde cidden fazla olduğunu düşündüğüm iç çatışmaları oldu. Ki o kısımlarda da sıkıldığımı itiraf etmeliyim. Kitaba dair eleştirel olabileceğim kısımlar bu kadardı. Onun haricinde Bukle'nin eğlenceli karakterini sevdim. Öykü ve Okan çiftine de bayıldım. Giray.. bilemiyorum o adamı tanımlamak için bence biraz daha okumak gerekebilirdi ama benim favorim sonuna kadar Devrim. :) Gözde... harbiden beklenmedik hamleler yaptı. Beni hayretlere düşürdü. Gereksiz entrikaların ve ayrılıkların olmamasını sevdim. Kitabın son bölümü muhteşemdi. O tür sonları çok seviyorum :) içimdeki umutsuz romantik harekete geçiyor :) Balo akşamının olan bölüm ise... bana biraz geçiştirilmiş gibi geldi. En azından o kadar mekanla ilgili hayaller kurulduktan sonra o mekanın nasıl olduğunu detaylandırarak anlatılmasını tercih ederdim. Saymaya başlarsam çok fazla eksik bulacakmışım gibi hissediyorum. O yüzden susuyorum. Yazarın yazdığı ilk hikaye miydi bilmiyorum ama eksikleri vardı. Duygular ciddi anlamda bazı noktalarda geçiştirilmiş gibiydi. Romantik komedilerde izlersiniz de romantizmi hissetmez ama izlersiniz ya öyleydi sanki biraz. Dediğim gibi zaman zaman sıkıldığım oldu ama eğlenerek okuduğum sayfalarda oldu. Bu yüzden dört dörtlük bir kitap değildi benim için ama okunduğunda keyifli zaman geçilebilinecek bir kitaptı.
http://illekitap.blogspot.com/2018/09/sarah-ockler-krk-kalpler.html Ve asırlardır elimde olan ve daha yeni okuduğum kitaplardan birinin yorumu ile karşınızdayım. Sarah Ockler'in kitabı Kırık Kalpler... yanılmıyorsam yazarın ülkemizde yayınlanan ilk kitabıydı ve şimdilik başka yayınlanan kitabı da yok gibi görünüyor. Yazarın kalemine, çeviriye dair herhangi bir yorumda bulunmayacağım ama şunu demek istiyorum ki kitabı gerçekten çok sıkıcı buldum. Çok yavan gidiyor, hiçbir atraksiyon yok ve monoton bir hikayesi var gibiydi. Kitabı yarım bıraktım itiraf ediyorum. Çünkü bir buçuk hafta elimde oyalandı ve şunu fark ettim ki gitmiyor kitabı ve elime almak bile istemiyorum. Ya kurgu beni ciddi anlamda sarmadı ya da bu kitabı okumak için doğru ruh halinde değildim... emin değilim... bilemiyorum... Ancak şunu söylemeliyim ki ciddi anlamda sıkıldım kitabı okumaktan. Çok büyük beklentiye girmeden okursanız belki seversiniz ama ben sevmedim açıkçası... Bana sorarsanız bu kitap 5 üzerinden 2'lik o da emek verilmiş bir çeviri var karşımızıda 1 vermek doğru olmaz diye 2 veriyorum. Ben tavsiye eder miyim? Bilemiyorum sizin tercihiniz.
http://illekitap.blogspot.com/2018/08/christopher-golden-agr-dag.html Öncelikle, oldukça farklı ve değişik bir kurgusu olduğunu söylemeliyim. Eksikleri vardı benim nazarımda çünkü muhteşem değildi kitap. Ancak kurgu olarak cidden çok güzeldi. Normalde okuduğum bir tür değil! Normalde elime aldığım bir tür bile değildi! Aslında içeriğinin böyle çıkacağını düşünmediğim için aldığımı da not düşeyim. Kitap kesinlikle, korku, gerilim türündeydi eğer bu türü sevmiyorsanız okumayın! Çünkü ben kitaba dair 'korku' kısmı için uyarılsaydım okumaya cesaret edemezdim. Christopher Golden'ın okuduğum ilk kitabıydı. Zaman zaman özellikle başlarda ağır ilerleyiş sıksa da sonlara doğru baya hareketlendirdi kurgusunu. Ama yine de sabırla okunması gerektiğini düşünüyorum. Özellikle kitabın başından başlangıç şekliyle bitiş şekli arasında çok fazla fark var ve okurken düşünülen sonu vermiyor ne yazık ki. Bu da okuru şaşırtıcı bir sona doğru götürüyor. Açıkçası başlangıç şekline baktığımda beklediğimden farklı bir son olması beni şaşırttı ve şaşırdığım kurguları severim her ne kadar korku-gerilim okumayı tercih etmesem de. Öncelikle kitabın kısaca konusuna değinmek gerekirse; Meryem ve Adam çifti Ağrı Dağı'na Nuh'un gemisini bulmak amacıyla tırmanmaya karar verirler. Amaçları ilk tırmanan olup, o gemiyi ilk bulan kişi olmaktır. Ki amaçlarına da ulaşırlar. Bir efsane olduğunu düşünseler de gemiyi bulduklarında amaçlarına ulaşmış, araştırma ekibinin başına geçmiş ve gerekli finansal yardımı da sağlanmasını sağlayıp araştırmalara başlamışlardır. Ancak... iş sadece basit bir arkeolojik araştırmadan ibaret değildi. Bulunan gizemli bir sandık ve sandığın içerisindeki yaratık ceseti bütün olayları sarpa sarar. Kitap arkeolojik bir araştırma-macera türünden bu sandık ve içeriğinde sakladığı sırlarla gerilim-korku boyutuna geçiyor. Cesetin bulunmasından sonra cinayetler işlenmeye, ekipteki kişilerin tavırlarında değişmeler boy gösterirken çözmeye çalıştıkları gizem ürpertici gerçekleri gün yüzüne çıkarır... Karşılarında durduramayacakları bir iblis vardır ve bu iblis sadece kendi hayatlarını değil bütün dünyayı tehlikeye sokmaktadır. Kitaptaki en sevdiğim kısımlar açıkçası Ağrı Dağı'na ilk tırmanışlarıydı ve o dağdan aynı hızla inme çabalarıydı. Gemide olan olayları okumak açıkçası baya sabır işiydi... Kitap yaklaşık olarak 160-170. sayfalardan sonra açıldı, hareketlendi... sonunda dağdan inişleri çok çabuk oldu ve çok kanlı oldu ama o kısımlar bir yerde bana çok hızlı yazılmış gibi geldi açıkçası. Kitabın sonu ise... beklemediğim bir sondu. Açıkçası daha farklı hayal etmiştim ama yazar beni bu konuda şaşırttı. Çok fazla detaya girmeden yorumumu bitireyim. Kitap güzeldi, korku türünü seviyorsanız ve gerim gerim gerilmekten keyif alıyorsanız deneyin. Ancak yine de çok büyük beklentiye girmeyin çünkü çok da mükemmeldi diyemem açıkçası. Çok aşırı büyük beklenti olmadan okursanız beğenebilirsiniz, ah bir de biraz da sabırlı bir okur olmalısınız.
http://illekitap.blogspot.com/2018/08/gunes-demirel-sen-yokken.html Güneş Demirel, sevdiğim, takip ettiğim, çıkardığı kitapları gözüm kapalı alıp okuduğum ve kalemini beğendiğim Türk yazarlardan biri. Bu kitabı - Sen Yokken - dahil olmak üzere çıkan bütün kitaplarını okumuş bulunan biri olarak demek istiyorum ki güzeldi ama daha duygusal yazılabilirdi. Öncelikle yorumuma başlamadan önce demek istediğim bir iki şey var. Bunlardan biri ben bir yazarın çıkan her kitabını okuduysam o yazarın kalemini gerçekten sevdiğimdendir. Güneş Demirel'de o yazarlardan biri. İkincisi ise, bazı Türk yazarlar eleştiriyi kabul etmez, kitaplarındaki okurların eksik gördükleri şeyleri duymaktan hoşlanmaz ve hemen tepki verirler. Güneş Hanım'ın bu şekilde davranmayacağını bildiğimden dolayı açık yüreklilikle sevmediğim kısımları yazıp sevdiğim kısımlara detaylı değinmek istiyorum. İlk önce sevmediğim, aslında sevmediğim değil de eksik bulduğum kısma değinip sonrasında yorumuma devam edeceğim. Kitapta sevmediğim tek şey, bu kurgu çok daha duygu yoğunluğuyla yazılıp, 300 küsür sayfa değil de 700 küsür sayfa ya da 2 kitaplık bir seri olarak çıksaydı ve duygular doruklarda yazılarak anlatılmış olsaydı muhteşem bir kitap olurdu. Çünkü açıkçası çoğu zaman beni ağlatacağını, hıçkıra hıçkıra ağlayacağımı bildiğim kısımlarda okuyup hüzünlenmek bana anlatımda bir duygu eksikliği hissettirdi. En basitinden örnek vermek gerekirse, belki spoiler olacak ama okuyanlar ne demek istediğimi anlayacaktır. Cemal'in İpek'in karşısına geçip de Diyar ile Lale'nin düğününde 'çek ellerini kızımın üzerinden' tarzında bir cümle kullanıyor. Yaşanan onca olaydan sonra bu cümle tüyleri diken diken, irkilmeye sebep olan, ağlatan cümle olmalıydı ama sadece hüzünlendirdi ve böyle bir cümleyi kurduğu için de Cemal'a kızdırdı. Umarım ne demek istediğimi anlatabilmişimdir. Çünkü bunun haricinde yani duyguların daha yoğun olmasını ve bu konuda eksiklik hissetmenin haricinde eleştirebileceğim bir şey yoktu kitaba dair. Tipik bir Güneş Demirel kalemiydi, güzel, akıcı, aşk dolu ve buna aile ve arkadaşlık ilişkileriyle harmanlayan, yüreklere dokunan bir kitaptı. Kitabın kısaca konusuna değinmeden önce yukarıdaki alıntı aslında bir yerde kitabın kısaca özeti deyip kitabın konusuna değiniyorum; Çiçek ile İpek çocukluktan arkadaş hatta artık iki kardeş haline gelmiş bağlarıyla hayatın onlara oynadığı büyük oyunda ayakta kalmaya çalışırlar. Çiçek kanser hastasıdır ve ölümü kaçınılmazdır. Bu yüzden yaşadığı şehir Londra'dan anne babasını belki de son kez görmeye Türkiye'ye geldiğinde tanıştığı Cemal ile beraberliği sonucunda hamile kalarak döner Londra'ya... tedavi olması, ameliyat olması gerekirken Çiçek sadece bebeğini büyütmenin hevesiyle her şeyi geri çevirir. Bebeğini doğurmanın belki onu öldüreceğini bilse de vazgeçemez ondan. Bu süre zarfında Cemal, Çiçek'in çekip gitmesinden biran bocalasa da hayatına alışmaya çalıştığı sırada ondan gelen mektuplarla bir kızı olacağını ve zamanı geldiğinde onu görebileceğini ve daha fazlasını öğrenmeye başlar. Çiçek, öldüğünde küçük kızı Duygu'yu İpek'e emanet eder ve Cemal'e ulaşmasını, kızını babasıyla da tanışmasını ister. Ama işler iyice sarpa sarar çünkü Cemal kızını yanında istemektedir İpek ise en yakın arkadaşı, kardeşi olmuş kızın ona olan emanetinden uzak kalmaya niyetli değildir. Hayatları Duygu'nun sevgisiyle birleşmeye başlayan Cemal ile İpek arasındaki ilişki boyut değiştirip aşka doğru yönelirken aslında karakterleri ve yaşamları onları farklarında olmadıkları yorucu, yıpratıcı ve kırgınlık dolu bir yaşama doğru sürükler. Aşkları ya bu savaşta göğe çıkacak ve Duygu'yla beraber mutluluğu yakalayacaklardı ya da gururlarına yenik düşüp, birbirlerini öldürücü şekilde kırarak kendi yollarına gidecekler ve yaşarken ölümü yaşarcasına mutsuzluğu tadacaklardır. Kitapta sanırım en sevdiğim karakter Duygu'ydu. Onun annesizliği, İpek'i anne bellemesi, masumluğu kitapta belki de en çok yüreğe dokunan şeydi. Kelimenin tam anlamıyla bir bebeğim masumluğuydu ve bizlerin gerçek hayatta bile kalbimize dokunan şeyi okumak çok güzeldi. Cemal ise kitapta sevdiğim mi kızdığım mı bilemediğim bir karakterdi. İpek'i cidden çok kırdı geçti ve çoğu zaman kızgın olsam da kendince sebepleri olduğu gerçeği de zaman zaman kızmamı engelliyordu ama... hadi canım fazla mı kıskançsın sen Cemal demek de içimden geçiyordu. Hayır yani bu kadarı da biraz güvensizliğe kaçmıyor muydu? Devran ve Lale çiftini çok sevdim. Keşke onları da anne baba olarak okuma fırsatımız olsaydı. Bu arada kitabın final bölümü Duygu tarafından yazılmıştı ve onun düşüncelerine yer verilmişti. Duygu artık 14 yaşında bir genç kız olma yolunda ilerlerken neler düşündüğünü okuduk. Kitapta tek gözlerimi dolduran kısım da oralar oldu açıkçası. Dediğim gibi kitabı genel olarak, kurgusal olarak çok sevdim ama duygular daha yoğun anlatılsaydı daha muhteşem olurdu benim nazarımda. Yanılmıyorsam yazarın ilk çıkan kitaplarındandı, yeni basımı yapıldı Ephesus ile... şimdi düşünüyorum da son çıkan kitabı ile bu kitap arasındaki kalemini oldukça fazla geliştirdiği değişmez bir gerçek... çünkü son çıkan kitapları cidden çok iyi :) Bu arada kitapta İpek ve Cemal arasında değişen bir anlatım vardı ve bunu belirtmek için tüylü detaylarla isim belirtilmişti ve ben bunu çok sevdim :) Bölüm kısımlarındaki o mektup sayfası detayı şeklinde verilmiş tasarımı da çok sevdiğimi söylemeliyim :)
http://illekitap.blogspot.com/2018/08/vi-keelan-penelope-ward-narsist.html Veee kurgularına bayıldım, karakterlerine aşık olduğum, kitaplarına taptığım yazar Vi Keeland bu sefer Penelope Ward ile birlikte kaleme aldıkları Narsist ile kaşımızda. İki yazarın yazdığı kitaplarda genelde ön yargılı olurum, çünkü anlatım tarzının illaki değişeceğini düşünürüm ama bu kitapta bunu hissetmedim. Bu da oldukça uyumlu anlatım tarzları olduğunu gösterir ya da çevirmenin çevirirken farkına varmadan bir uyum yakaladığını.. .orijinali okuyan daha iyi bilir gerçi ama ben bir uyum hissettim iki yazarın anlatımında çünkü kopukluk hiç olmadı. Kitabın kısaca konusuna değinmek gerekirse; bir gün Soraya trende öfkeli sesiyle karşısındakine emirler yağdıran bir adam dikkatini çeker ve bu adam durağında indikten sonra telefonunu düşürdüğünü fark eder. Telefonu alıp sahibine ulaştırmak istediğinde karşı karşıya kaldığı muamele sonrasında karşısındaki bir ders vermek zorunda kaldığında hayatının oyununu oynadığının farkına bile varmaz. Graham, telefonunu düşürdüğünün bile farkında değilken telefonunu oldukça ateşli bir tartışma sonucunda geri almış olmanın yanında ona telefonu geri veren kişinin ona gönderdiği fotoğraflarla hayatının değiştiğinin farkına sonradan varır. Sadece kaybolan bir telefonla başlayan ikilinin mesajlaşması sonrasındaki geri çevrilmesi imkansız çekimle başta randevulaşarak birbirlerini tanımaya sonrasında cinsel tatmini yaşamaya başlarlar. Tam her şey yolunda gidiyor derken Graham hayatının en büyük şokunu yaşarken Soraya oldukça büyük ikilemde kalırken geçmişin korkularıyla yüzleşmek zorunda kalır. İkilinin aşkı büyük bir sınavdan geçerken bir kez daha korkuların ve geçmişin geride kalması gerektiğini ve aşkın her şeyden üstün geldiğini gözler önüne seriyor yazarlar. Graham ile Soraya'nın mesajlaşmalarını çok eğlenceli bulduğumu söylemeliyim. İlk başlarda çok eğlenceli bir şekilde başlayan mesajlaşmaları sonrasında randevulaşmaları ve sorasındaki mesajlaşmaları falan cidden çok eğlenceliydi. Soraya'nın arkadaşları Del ve Tig ise... bayıldım. Cidden iyi arkadaşlarken Graham'ın arkadaş bakımdan yalnızlığı ya da zamanında en iyi arkadaşlarından yediği darbe sonrasındaki yalnızlığı üzücüydü ama Soraya ile olan ilişkisi hem aşk hem arkadaşlık iken oldukça iyi işlenmişti. Genevieve ve Chloe detayları çok hoştu. Her ne kadar sürtük Genevieve'den nefret etsem de Chloe'yi sevdim... hem de çok sevdim. Soraya'nın yaptığı fedakarlık adı altındaki ahmaklık için ben şahsen Genevieve suçlayamam çünkü o kadının en başından beri amacı belliyken onun oyununa gelmiş olmak senin suçundu Soraya... üzgünüm. Graham ise... bence Graham yaşanırdı anlatılmazdı. Ben bu yazarın cidden her kızın hayallerindeki erkeği yazabildiğini düşünüyorum. Bu dahil üç kitabını okudum ve üçünde de erkekler hep ne istediğini biliyordu ve peşini bırakmıyordu. Bu özellik Graham'da da vardı ve ben bunu sevdim ki bence Graham'ın kişiliğine de yakıştı açıkçası. Kitabın sonu çok tatlıydı. Son iki bölüm... bence bu kitaba yakışan sondu diyebilirim. Ama... bu kadar güzel sözün üstüne bir ama gelsin... bu kitabı okuyan herkes çok sevmişti ki bende çok sevdim bunu inkar edemem ama bence ne Patron ne de Egomanyak kitaplarından daha iyi değildi. Çoğu okur kıyaslamaya girmiş ve daha iyi olduğunu söylemiş ama bence değildi. Onlardan bir tık geride kaldı diyebilirim. Ah evet, güzeldi, çok keyif aldım okurken de ama onlarla kıyaslandığında muhteşemdi diyemem. Beni topa tutmayın ama bu benim düşüncem ne yazık ki. Tabi ki 5 üzerinden 4,5 verdim çünkü puanlamamı diğer kitaplarına kıyaslayarak yapmıyorum, okuduğumda ne derecede sevdiğime göre veriyorum ama kıyaslama yaparsam da diğerlerine göre bir tık geride kaldı benim nazarımdı. Ama yine de bu yazarı sevenlere tavsiye ederim güzel bir romanstı ve fazlasıyla +18'di diye araya sıkıştırmam gerek :)
https://illekitap.blogspot.com/2018/08/kristan-higgins-masallar-gercek-olsa.html Kitabın adına karşılık bir keşke diyeceğimiz kurguya sahip, aslında kimsenin mükemmel olmadığını, görünenin aslında daha farklı olduğunuz ve bir yer de kusursuz mutlu sonların sadece masallarda olabileceğini gösteren bir kurgusu var... Kadınların görünenden daha güçlü olduklarının... her erkeğin bir pislik olmadığını... çocuklar için evliliğin yürümeyeceğini... aslında hayatın acı tatlarını ortaya sererken bir insanın ne kadar güçlü olabileceğini gösteren bir kitap. Ama tabi bu kitap, benim de her bir karakterinden nefret ettiğim ve öldürmek istediğim ilk kitap olarak tarihe geçti. Tabi istisnalar da var ama genel olarak hepsi ölsün modunda dokudum. Öncelikle, bir çok okurun sevdiği Kristan Higgins'i ben ilk defa okudum o yüzden ne beklemem gerektiğine dair bir bilgim yoktu ama içten içe de bir romantik komedi bekliyordum. Gerek kitap kapağı, gerekse kitabın adından dolayı. Ama kesinlikle romantik komedi değildi. Bu konuda şaşırdığımı itiraf etmeliyim. Ayrıca yazarın zaman zaman sıkıcı ve monoton bir kurgu yazdığını kabullenmem gerek. Çünkü kitabın yarısına kadar bir atraksiyon olmasını beklerken aynı zamanda karakterlere de içten içe kinlendiğimi de araya sıkıştırayım. Bu yüzden okuyacak ya da okumayı planlayan arkadaşlar kitap sıkı bir sinire ve sabra sahip kişilerin rahatlıkla okuyacağı benim gibi hiç de sabırlı olmayan okurların sinirden köpüreceği hatta öyle ki kitabı parçalayacak hale gelmesine ramak kalacağı durumlar söz konusu... Direk yoruma daldım ama kitabın konusundan bahsetmeyeceğim çünkü arka kapak yeterince açıklayıcı daha fazlası dibine kadar spoiler vermek olur, okuyacak olanların heyecanını kaçırmayalım ama değil mi :) Ancak kitaba daha doğrusu karakterlere dair söyleyecek çok şeyin ve ve söylemezsem içimde kalır ve patlarım. O yüzden bu satırdan sonrasında ara ara spoiler vermiş olma olasılığım var diye uyarıyorum. Öncelikle, Jenny'den başlamak istiyorum. Jenny kitapta hiç sevmediğim karakterlerin başında geliyor. Sebebi de sırf kendi bencilce istekleri ve daha doğrusu kendisini bırakıp başka bir kadınla evlenen ve hemen çocuk yapan kocası Owen'dan kopamadığı için hiç sevmedim. Yahu adam sen isterken çocuk istememiş senden ayrıldıktan 15 ay sonra baba oluyor ve sen onun babyshower partisine gidiyorsun. Nerede görülmüş seni başka bir kadın için terk eden bir adamla arkadaş kalmak... boş versene! Onlar vicdanlarını rahatlatırken sende sümsük sümsük yanlarında takıldın. Buradan sana kocaman bir alkış! Peki ya Jenny'nin kız kardeşi Rachel'a ne demeli... kocanın senin aldattığını fark ediyorsun, telefonuna gelen resmi gösteriyorsun, inkara kalkan kocana inanıyorsun. Peki! Sonra kocanı o kadınla buluşacağını öğreniyorsun ve kocanın seni aldattığından emin oluyorsun ve evlilik danışmanları falan filanla yine kocandan ayrılamıyorsun! Hadi bir hata diyelim ve bir peki daha! Sonra kocanı iş yerinde o kadınla öpüşürken yakalıyorsun! Evi terk ediyorsun üçüz kızlarını alarak. Tam da olması gerektiği şeyi yaparken kocan geliyor senin kız kardeşinle takışıyor ve sen de tutuyorsun kız kardeşini suçluyorsun ve tekrardan o adama dönüyorsun. Adam ayrıldığını söylüyor ama aslında ayrılmayıp hala o kadınla görüştüğünü öğreniyorsun ve buna rağmen o adamla berabersin. Aynı evi paylaşmayı bırak aynı yatağı paylaşıyorsun! Rachel sen ne süzme salak, beyinden yoksun, güvensiz bir şeysin ya! Adam karşına geçiyor onunla seks inanılmazdı diyor ve sen affediyorsun! O aleti koparıp ağzına sokup eminim kendi kendine de inanılmazdır demen gerekirken! Hak ettin Rachel dibine kadar hak ettin kızım! En başında kardeşin sana gerçekleri dile getirirken sen tutup ona karşı çıktın ne oldu? Ya Adam'a ne demeli? Rachel'ın şerefsiz, pislik kocası... evden üç kız çocuğun var... seni seven ve senin için hayatı mükemmelleştiren bir kadın var ve sen başkalarıyla seks yapmanın peşindesin... Adam seni diri diri betona gömüp, sonra denizin dibine atmak lazım.. belki öncesinde penisini kesip, eline verip ondan sonra da yapabiliriz. Bence senin tek korkun patronunun Rachel'in çok yakın arkadaşı olması ve senin de pisliklerin ortaya çıkınca o mükemmel kazanç sağlayan işinden olacak olman! Kitapta çok sevdiğim iki şeyden biri Rachel'ın üçüz kızları... çok sevdim evlat edinebilirim. İkincisi de Leo... Leo adamım sen yaşanması gereken adamlardansın... Adam'ın pisliklerini senin ve Jared'ın mükemmelliğiniz örtüyordu resmen. Ahh... Nasıl rahatladım anlatamam... Resmen içimi boşalttım ve artık yorumumu bitirebilirim. :) Kitaba dair dediğim gibi yarısını sabırla okumanız ve yarısından sonra sinirlerine hakim olarak okumanız gerekmektedir. Konu ve içerik olarak çok güzeldi ama başlardaki monotonluk beni sıktı açıkçası sonrasından ise çabucak bitti. 250 sayfayı devirdikten sonrası çabucak bitiyor. Bu tür kitapları herkes okumaz bu yüzden tavsiye etsem de belirli bir kısım okuyacaktır. Ama güzeldi, hayatın gerçeklerini sizlerin karşısına döküyordu. Kurguydu belki ama her an her dakika yaşanan bir gerçekliği de gözler önüne seriyordu. Sevdim ben bu kitabı...