Ingeborg Bachmannın başyapıtı Malina, her şeyin iç dünyaların yoğunluğunda yaşandığı, mutlak aşkın ve birey olma savaşımının romanı. Bachmannın sarsıcı bir saptamayla ortaya koyduğu gibi: Faşizm, atılan ilk bombalarla başlamaz, her gazetede üzerine bir şeyler yazılabilecek olan terörle de başlamaz. Faşizm, insanlar arasındaki ilişkilerde başlar, iki insan arasındaki ilişkide başlar... TADIMLIKMalina, ya da Günlük Cinayetlerin Romanıİlk kez 1971de yayımlanmıştır Malina; çıkışının hemen ardından birkaç baskı yaptı, kısa zamanda çoksatar listelerine yerleşti. Bunu, kitabın normal bir satış çizgisine oturduğu, ama hiç ortadan yitip gitmediği yıllar izledi. 1980den sonraki yıllar ise yeni bir gelişmeyi başlattı.Bu gelişme günümüzde, Malinanın, yüzyılımız Avrupa romanının en önemli ürünlerinden biri sayılmasıyla noktalanmış bulunuyor. Malina, bu yeni niteliğiyle artık salt Avusturya yazınının değil, dünya yazınının bir yapıtıdır. Tıpkı Ingeborg Bachmannın, salt Avusturyalı bir ozan ve yazar olma niteliğini çoktan geride bırakmış oluşu gibi.Malina, çıkışından günümüze değin zaman zaman çok yoğunlaşan tartışmalara konu oldu. Bu tartışmalar çerçevesinde yapıtı göklere yükseltenlere olduğu kadar, onun roman olma niteliğini yadsıyanlara da rastlandı. Burada kanımca, her iki tutumun da Malinanın hakkını verebilmekten uzak olduğunu belirtmek gerekir.Ama burada biraz ara verelim ve yine Malinaya dönmek üzere, biraz da yazara yaklaşalım.Belli bir an vardı çocukluğumda; o an, benim tüm çocukluğumu yıktı. Hitlerin birliklerinin Klagenfurta girişleri. Bu, o denli korkunç bir şeydi ki, anılarım o günle başladı; başka deyişle, erken gelen, o güçte olanını daha sonra çekmediğim bir acıyla... Ingeborg Bachmann, 24 Aralık 1971 tarihinde kendisiyle yapılan bir konuşmada, çocukluğuna ilişkin olarak bunları söylüyor. Aynı konuşmada kendisine, Malinada toplumu en kanlı arena diye nitelendirmiş olduğu anımsatıldığında, Bachmannın yanıtı şöyledir: Evet, yoksa kuşku mu duyuyorsunuz bundan? Bu sözde uygar dünyada, görünüşte uygar davranan insanlar arasında, gerçekte sürekli bir savaşın egemenliğinden kuşku mu duyuyorsunuz? İnsanların birbirlerini ağır ağır öldürmekte olduklarına inanmıyor musunuz? Kimi zaman herkes açık ve seçik görebiliyor bu gerçeği, ama uzun zaman parçaları boyunca da insanlar yine belli bir dinginlik içersinde yaşayıp gidiyorlar, küçük yaralarıyla, yaralanmalarıyla birlikte, ve aslında yaşanabiliyor da bunlarla...Daha önce, 5 Mayıs 1971 tarihli bir konuşmada, Malinadan söz ederken: Kitabı yazdığım sıralarda, bugün yayımlananların pek azını okumuştum, ama içimde bir şeye karşı yazdığım duygusu vardı. Varlığını hep koruyan bir teröre karşı. Çünkü insanın gerçek ölümü, hastalıklardan değildir, insanın insana yaptıklarındandır.Olabileceğince canlı kılmak için kendi sözlerini alıntıladığımız Ingeborg Bachmann, 1926 yılında Avusturyanın Klagenfurt kentinde dünyaya geldi. Felsefe öğrenimi yaptı. 1950de Martin Heidegger üzerine bir doktora tezi verdi. 1959da Frankfurt Üniversitesine öğretim üyesi olarak çağrıldı. Ünlü kuramsal yapıtı Frankfurt Dersleri (Frankfurter Vorlesungen, 1960) bu çalışmaların ürünüdür. Ertelenmiş Zaman (Die gestundete Zeit, 1953) ve Büyük Ayıya Çağrı (Anrufung des grossen Bären, 1956) adlı şiir kitaplarıyla büyük yankılar uyandırdı. Öyküler, denemeler ve radyo oyunları kaleme aldı. Çalışmaları, Georg Büchner Ödülü, Grup 47 Ödülü, Bremen Kenti Yazın Ödülü, Berlin Eleştirmenler Ödülü, Avusturya Büyük Devlet Ödülü ve Anton Wildgans Ödülü gibi ödüllerle takdir gördü.Ingeborg Bachmann, 1973te, uzun yıllar yaşadığı Romadaki evinde fazla miktarda uyku hapı aldıktan sonra yaktığı sigaranın yol açtığı yangında aldığı yaralar sonunda öldü.Malina, yazarın Ölüm Türleri (Todesarten) ana başlığı altında yazmayı düşündüğü bir dizi romanın tamamlanabilmiş ilk ve tek bölümüdür. Malina konusunda da sözün çoğunu yazarına bırakmak, herhalde yerinde olacaktır:Gerek bu kitapta, gerekse sonraki kitaplarda savaş üzerine bir şeyler yazmak istemiyordum. Çünkü bunu yapmak çok basit, benim için aşırı basit olan bir şey. Savaş üzerine herkes bir şeyler yazabilir, ve savaş her zaman korkunçtur. Ama barış üzerine bir şeyler yazmak, yani bizim barış dediğimiz şey üzerine, çünkü bu, gerçekte savaştır... Gerçek savaş, her zaman adı barış olan savaşın patlamasıyla doğar... (22 Mart 1971)Kitabım İtalyada yayımlandığından bu yana, bana hep kitabımın ikinci bölümünü faşizmi göz önünde tutarak mı yazdığımı sordular. Ve ben de dedim ki, hayır, daha önce yazmıştım, faşizm nerede başlar sorusu üzerinde daha önce düşünmüştüm. Faşizm, atılan ilk bombalarla başlamaz, her gazetede üzerine bir şeyler yazılabilecek olan terörle de başlamaz. Faşizm, insanlar arasındaki ilişkilerde başlar, iki insan arasındaki ilişkide başlar... ve ben anlatmak istedim ki, savaş ve barış yoktur, hep savaş vardır... (Haziran 1973)Malina romanındaki ütopya üzerine: Kimi zaman bana neden içinde her şeyin iyi olacağı ütopik bir ülkeyi, ütopya niteliğinde bir dünyayı tasarımladığımı sordular. Yaşadığımız günlük yaşamın iğrençliği göz önünde tutulduğunda, bu soruyu yanıtlamak bir çelişkiye yol açabilir, çünkü bizler, günümüzde gerçekte hiçbir şeye sahip değiliz. İnsan, ancak maddi şeylerin ötesinde bir şeylere sahipse zengindir. Ve ben bu materyalizme, bu tüketim toplumuna, bu kapitalizme, burada cereyan eden bu korkunçluğa, sırtımızdan yaşamaya hakları olmayan bu insanların zenginleşmesine inanmıyorum. Gerçekte inandığım bir şey var, ve ben buna bir gün gelecek diyorum. Ve özlemini çektiğim şey, bir gün gelecek. Evet, belki de gelmeyecek, çünkü onu hep yıktılar, binlerce yıldır yıktılar. Gelmeyecek, ama ben yine de inanıyorum geleceğine. Çünkü eğer inanmazsam, artık yazamam. (Haziran 1973)Bachmannın Malinası, mutlak aşkın romanıdır. Başka deyişle, hiçbir zaman iki kişinin aynı zamanda paylaşamayacağı, salt cinselliğin çok ötesinde, ancak iç dünyaların yoğunluğunda yaşanabilen bir aşkın romanı. Dış görünüş bakımından, roman olaysızdır; çünkü her şey, iç dünyanın alanlarında olup biter. Bu aşk, son derece güç bir aşktır. Bachmann, bir defasında kendisine, Her erkek ve her kadın âşık olabilir mi? diye sorulduğunda, Hayır, yanıtını vermiştir, olamaz, çünkü aşk, bir sanat yapıtıdır. Malina, kimilerince çok bireysel diye nitelendirilmişti ilk çıktığında; aradan kısa bir süre geçtikten sonra bu yargının da, bireyselleşilmeden toplumsallaşılabileceğine ilişkin sapkın inancın ürünlerinden biri olduğu ortaya çıktı.Bir konuşmada yazar, önemli ve önemsiz ya da büyük ve küçük konular ayrımlarını şöyle ele alıyor: Çok sayıda yazarın yazmak zorunluluğunu duyduğu büyük olayları yazmak da, bunlardan yakınmak da çok kolaydır. Pakistanda olanların, şurada, burada olanların korkunç olduğunu söylemek için büyük bir sanatın varlığı gerekmez. Yanı başımızda her gün nelerin olup bittiğini, günlük yaşamda insanların insanları nasıl öldürdüklerini söylemek; önce betimlenmesi gereken, budur; önce bu yapılmalıdır ki, büyük cinayetlere nasıl yol açıldığı anlaşılabilsin. (7 Ekim 1972)Malina, Bachmannın öykülerinin çoğunda dile getirmiş olduğu bir temel tutumun yeni bir yansımasıdır. Bachmanna göre İkinci Dünya Savaşını izlemiş olan savaş sonrası dönemi, belki ilkinden de korkunç olan bir savaşın yaşandığı dönemdir. Bu savaş artık cephelerde, dış dünyada değil, insanların iç dünyasındadır; en büyük hedef, insanları iç dünyalarında yıkmaktır. Bu yıkım ve cinayetler, artık tarihin belli dönemlerinde değil, günlük yaşamımızda yer alır. Bachmanna göre insanın insanı manevi açıdan, sevgisizliklerle, türlü yaralamalarla öldürüşü, gerçek cinayetleri oluşturur; boyutları daha geniş olan sonraki tüm cinayetlerin, büyük kıyımların temeli, bu günlük cinayetlerde aranmalıdır.Malinanın yapısı, bu temel tutumu işlemek bakımından tam bir yetkinlik örneğidir. Romanın akışı konusunda okurlarda bir önyargı yaratmamak için, bu yapıya ve akışa ilişkin daha fazla ayrıntı vermekten bilinçli olarak kaçınıyorum. Zaten Bachmannın kendisi de bir soruya verdiği yanıtta, bir romanın değişik biçimlerde, değişik yorumlarla okunabileceğini, bu durumun Malina için de geçerli olduğunu belirtmiştir. Okurlar, romanın anlatımında bazı şaşırtıcı özelliklerle karşılaşabilirler. Bu, yazarın yeni bir dil olmadan yeni bir dünya olmaz savından kaynaklanan bir anlatım özelliğidir. Bachmannın dil sorununa yaşamı boyunca verdiği önem, Wittgensteinla yoğun biçimde ilgilenmiş oluşu vb noktalar göz önünde tutulursa, Malinadaki özel anlatım biçiminin nedenleri daha da açık biçimde ortaya çıkar.Biraz da bu romanı çevirirken izlediğim yöntemden söz etmek istiyorum. Malinayı çevirirken, çeviri kokusundan asla korkmadım; dahası, kimi yerde kitap çeviri koksun diye özel çaba bile harcadım. Kendine özgü anlatım biçimlerini dilimize çevirmenin amaçlarından biri de, kendi dilimizin sınırlarını sonuna değin zorlamak, bunun sonucunda amaç dilde yeni olanaklara ve boyutlara kavuşabilmektir. Malinada hep bunu göz önünde tuttum. Bu amacımda ne ölçüde başarıya ulaştığımı ya da ulaşamadığımı doğal olarak ben değerlendirecek değilim.Bir başka özellik, romandaki Viyana atmosferi açısından ortaya çıktı. Viyanaya ve kısmen de Avusturyaya ait bazı özelliklerin (yer adları, yemekler vb.) çeviride verilmesinde, sık sık dipnotlara başvurulması düşünülebilirdi. Epey düşündükten sonra, bundan da bilinçli olarak kaçındım. Kanımca Malina gibi baştan sona bir akışı dile getiren bir romanda, sayfa altlarının kalabalıklığı bu akışı çok bozacaktı.Benim için çok yoğun bir çeviri çalışmasıydı Malina; çevirinin sonuna yaklaştığımda, oldukça ciddi sağlık sorunlarıyla yüz yüze gelmeme yol açan yoğunlukta bir çalışma; ve ben bu çalışmamı, gerçek bir sevgi ortamında bitirdim. Malina iç dünyamda seçilmiş sevgilerin doruklarında olduğum bir dönemde çevrildi. Var ise, başarısını buna borçlu olacaktır. Bu çeviri, başlanmış bir çeviriydi. Hiç bitmeyebilirdi. Eğer iki seven, Mustafa ve Zeynep yaşamıma girmeselerdi. Bu çeviriyi tümüyle sevgi arayışımın doruğu olan bu iki insana armağan ediyorum.Ahmet CemalAkyol Sokağı, 2/10/1985
Ingeborg Bachmannın başyapıtı Malina, her şeyin iç dünyaların yoğunluğunda yaşandığı, mutlak aşkın ve birey olma savaşımının romanı. Bachmannın sarsıcı bir saptamayla ortaya koyduğu gibi: Faşizm, atılan ilk bombalarla başlamaz, her gazetede üzerine bir şeyler yazılabilecek olan terörle de başlamaz. Faşizm, insanlar arasındaki ilişkilerde başlar, iki insan arasındaki ilişkide başlar... TADIMLIKMalina, ya da Günlük Cinayetlerin Romanıİlk kez 1971de yayımlanmıştır Malina; çıkışının hemen ardından birkaç baskı yaptı, kısa zamanda çoksatar listelerine yerleşti. Bunu, kitabın normal bir satış çizgisine oturduğu, ama hiç ortadan yitip gitmediği yıllar izledi. 1980den sonraki yıllar ise yeni bir gelişmeyi başlattı.Bu gelişme günümüzde, Malinanın, yüzyılımız Avrupa romanının en önemli ürünlerinden biri sayılmasıyla noktalanmış bulunuyor. Malina, bu yeni niteliğiyle artık salt Avusturya yazınının değil, dünya yazınının bir yapıtıdır. Tıpkı Ingeborg Bachmannın, salt Avusturyalı bir ozan ve yazar olma niteliğini çoktan geride bırakmış oluşu gibi.Malina, çıkışından günümüze değin zaman zaman çok yoğunlaşan tartışmalara konu oldu. Bu tartışmalar çerçevesinde yapıtı göklere yükseltenlere olduğu kadar, onun roman olma niteliğini yadsıyanlara da rastlandı. Burada kanımca, her iki tutumun da Malinanın hakkını verebilmekten uzak olduğunu belirtmek gerekir.Ama burada biraz ara verelim ve yine Malinaya dönmek üzere, biraz da yazara yaklaşalım.Belli bir an vardı çocukluğumda; o an, benim tüm ç... tümünü göster
Kesinlikle herkese tavsiye değildir öncelikle.Hayır "Ne anlattı şimdi bu kadın?" seviyesine indireceksek okumayalım bence.Bir şey anlatmaz çünkü..Yani bu arayışla okunursa anlatmaz..
"Tarih öğretir ama öğrencileri yoktur." der mesela ..
profesyonel okuyuculuk gerektiren,öznel bir roman. Anlaması oldukça zor. Bilinç akışının güzel örneklerinden biri.
. beyaz kağıtta bir şeylerin yazılması, harfler,heceler, satırlar.. insanla ilintisini kurmadığım o saptamalar, göstergeler,belirlemeler, insandan gelen, anlatımların kalıbı, içerisinde donup kalmış çılgınlıklar. İnanın bana bayım, bir çılgınlıktır anlatım, bizim kendi çılgınlığımızdan kaynaklanan bir çılgınlık.
Sonra sayfaların çevrilmesi de önemli.. bir sayfadan öteki koşmak, kaçmak, çılgınca ve artık, pıhtılaşmış akıntıyı yaratmış olanlarla suçu paylaşmak;
sonra bir tümcenin öteki dizeye atlamasındaki sinsilik..yaşamın tek bir tümceyle garanti altına alınması, buna karşılık tümcelerin de yaşamda güvenceye kavuşmaları.. evet evet bunlar da söz konusu bayım. Aslında kötü bir alışkanlıktır okumak, öteki bütün kötü alışkanlıkların yerini tutabilecek yada onların yerine herkesi daha yoğun bir bicimde yaşama itecek bir alışkanlıktır, delicesine bir yaşam biçimi, insanı yiyip bitiren bir tutkudur, okumak...
DUVARDAKİ ÇATLAĞI GÖRÜYOR MUSUN?
"Bachmann'a göre İkinci Dünya Savaşı'nı izlemiş olan 'savaş sonrası' dönemi, belki ilkinden de korkunç olan bir savaşın yaşandığı dönemdir. Bu savaş artık cephelerde, dış dünyada değil, insanların iç dünyasındadır; en büyük hedef insanları iç dünyalarında yıkmaktır. Bu yıkım ve cinayetler, artık tarihin belli dönemlerinde değil, günlük yaşamımızda yer alır. Bachmann'a göre insanın insanı manevi açıdan, sevgisizliklerle, türlü yaralamalarla öldürüşü, gerçek cinayetleri oluşturur; boyutları daha geniş olan sonraki tüm cinayetlerin, büyük kıyımların temeli, bu günlük cinayetlerde aranmalıdır."
Zeynep Köylü
Bir şeyin adı olması, bir kişinin ismi olması baştan beri alıştığımız bir şeydir. Öyle olmasaydı dünya daha yabancı, daha karmaşık gözükebilirdi. Elbette bu rahatlığın da bir bedeli var. Kişi kendi ismini söyleyebilir ya da yazabilir hale geldiğinde ne yazık ki yaşamının duvarlarını da örüyor, çatlakları göremeyecek kadar bu duvarları örme işiyle meşgul olanlar dünyaya teslim oluyor.
Yazmak; en başta kendi adını, soyadını, yaşını, cinsiyetini, ülkeni, ruh halini, bulunuşunu yeniden tasarlama meselesi değil mi? Eğer bunları yeniden tasarlama cesaretimiz yoksa cümlelerin ve hayal gücünün yaşamımızda sıradan bir yeri olur.
Malina'yı okurken başım döndü, gardroba saklandım, su püskürttüm, sabunlu suyu kabloların üzerine döktüm ama sanırım Bachmann'ın başkaldırısının yeteri kadar farkına varamadım.
Her birimizin katil olduğunun farkındalığı ciddi bir biçimde yaşamımı etkiledi. İnceliğe ve derinliğe karşı işlediğimiz suçlar yüzünden savaşların olduğunu düşündüm. Birbirimizi anlamayarak, dinlemeyerek, duymayarak nasıl da öldüğümüzü/öldürdüğümüzü duyumsadım.
Bir yargıya varmak kolaydır. Özne ve yüklem bunun için yeter. Bir anlamın içinde başka anlamlar saklamak ise "hayretle yaşamayı" ve "hayretle yazmayı" istiyor/gerektiriyor.
Bu dünya hangi cümlemi alamaz? Annem ve babam hangi cümleme dokunamaz? Hangi cümlem ışıl ışıl kılar anılarımı? Hangi cümlede ben varım? Bir kitabı bir adam için yazmayı istediniz mi? Kitapları okşayarak uyudunuz mu? Aşkın tek/iki/üç kişilik olmasının ya da olmamasının önemi var mı? Varoluş gerçekten anlamlandırabilir mi? Savaş ve cinayetler olmasaydı...Tecavüz ve gaddarlık olmasaydı belki...
Cümlelerinizi yarıda bırakabilir misiniz?
Mektuplarınızı yarıda bıraktınız mı?
Yazmayı yarıda bırakabilir misiniz?
Yaşamınızı...
Sıkı sıkıya sarıldığınız dilbilgisini yok sayarak ölüme yaşayabilir misiniz!
Malina: Yaşama/yazına/ölüme başkaldırı. Onca iş, güç, eğlence, zorluk, gürültü içinde bir an/bir ömür durup NİÇİN diye sorabilir ve hayretler içinde kalan dünyaya bir biz/siz ben yaşadı diyebilir misiniz?
Adımı yazıyorum/söylüyorum ama emin değilim, bu ad benim mi?
Hayalgücünün bana hediye ettiği özgürlük sayesinde şüphenin zehir ve panzehir olduğunu düşünüyorum. Her şeyden eminseniz her şey yoluna girer. Bir şekilde her şeyin yoluna girmesi gerekliliği ile meşgul olursanız aklı başında ya da düzgün cümleler kurarsınız. Aklınızın/ruhunuzun gıdıklanmadığı bir hayatınız olur. Bu hayatın yoklamasında mevcut, çalışkan ve uslusunuzdur. O kadar mevcutsunuzdur ki namevcutlar ve geç kalanlar, çok geç kalanlar sizi ilgilendirmez.
Bir adın varlığını ve bir cümlenin kuruluşunu ya da kurulmayışını sorgulamamış ya da üzerinde düşünmemişseniz cinayetleri soğukkanlılıkla işlemeye devam edersiniz. Tercihiniz hep dilbilgisinden, tamlıktan, bütünlükten ve müfredattaki hayat bilgisinden yana olmuşsa ve dersleri hiç asmamışsanız; yaşamı, yazmayı,ölmeyi anlayamaz ve anlamlandıramazsınız.
Yarım bir adım ben Malina'yı okumuş.
Yarım bir yaşamım ve tam olmak ile meşgul olamam.
Yasemin Şenyurt
28.01.2018
303 sayfa