Çürümüş evlilikler, elleri karanlıkta kalan çocuklar, eşyanın saltanatı, canlı olmanın aczi. Kıstırılmışlığın buruk resimleri. Peki, zaman hep geleceğe mi akar? Portakal yanaklı kadın da kim? Şeker diye, çaylara atılan bir çift balkon. Tanklar. Bir kızın ellerinden ellerini uzatır da kimi zaman, bize dokunur zaman.
Ya Fuentes, Koca Gringo'yu sınırın öteki yanında yazdıysa?
Ölü Zaman Gezginleri, öykü sanatının geldiği noktayı merak edenler için nefis bir şölen.
"Yüzyılın son çeyreğindeki Türk edebiyatının birkaç kilometre taşından biri Hasan Ali Toptaş. O bir kurgu-dil sanatçısı; ödün vermez bir biçim ustası; yirminci yüzyıl edebiyatının vardığı çizginin en uç noktası."
-Yıldız Ecevit-
"Tren yolculuğunu severim ben," dedi ağzından saçılan dumanların arkasından.
Gitmek fiilinin altını çift çizgiyle en güzel trenler çizebilirmiş ona göre. Otobüs koltuğunda Ramses gibi kıpırdamadan oturanlara, yolculuk ediyor denemezmiş doğrusu. Sonra, trenler her zaman bir sır taşıma olasılığı taşırlarmış.
(Tanıtım Bülteninden)
Çürümüş evlilikler, elleri karanlıkta kalan çocuklar, eşyanın saltanatı, canlı olmanın aczi. Kıstırılmışlığın buruk resimleri. Peki, zaman hep geleceğe mi akar? Portakal yanaklı kadın da kim? Şeker diye, çaylara atılan bir çift balkon. Tanklar. Bir kızın ellerinden ellerini uzatır da kimi zaman, bize dokunur zaman.
Ya Fuentes, Koca Gringo'yu sınırın öteki yanında yazdıysa?
Ölü Zaman Gezginleri, öykü sanatının geldiği noktayı merak edenler için nefis bir şölen.
"Yüzyılın son çeyreğindeki Türk edebiyatının birkaç kilometre taşından biri Hasan Ali Toptaş. O bir kurgu-dil sanatçısı; ödün vermez bir biçim ustası; yirminci yüzyıl edebiyatının vardığı çizginin en uç noktası."
-Yıldız Ecevit-
"Tren yolculuğunu severim ben," dedi ağzından saçılan dumanların arkasından.
Gitmek fiilinin altını çift çizgiyle en güzel trenler çizebilirmiş ona göre. Otobüs koltuğunda Ramses gibi kıpırdamadan oturanlara, yolculuk ediyor denemezmiş doğrusu. Sonra, trenler her zaman bir sır taşıma olasılığı taşırlarmış.
(Tanıtım Bülteninden)
yazarin okudugum ilk kitabi.cok begendim cok etkilendim kaleminden .sanirim butun kitaplarini okuyacagim :)
İmler okumayı zorlaştırabiliyor, sakin kafayla, yavaş, rüzgarlı takalarda.
İki kitap bir arada aslında. Yoklar Fısıltısı Hasan Ali Toptaş' ın 2. öykü kitabı. İlkini bulmak biraz zor zaten. Kitapla ilgili tek bir eleştirim var. Yoklar Fısıltısı ile değil de Ölü Zaman Gezginleri ile başlıyor kitap, keşke yazılma tarihlerine göre sıralansaydı. Evet tek eleştirim bu. Onun dışında sayfalarca överim bu kitabı ve son cümlem de ''şimdi öykülerin içeriğine geçebilirim'' olur. Deli-dahi bir yazar benim için Hasan Ali Toptaş ve muazzam bir birikimi var. Öyle çekmiş şarabı yazmış kitabı değil Hasan Ali Toptaş kitapları. Evet kurgular manyakça ve bu bir zekanın ürünü ama o cümleler; onlar birikim, onlar emek. 13 yaşında Orhan Kemal, Yaşar Kemal gibi isimleri çoktan yemiş yutmuş bir adamdan bahsediyoruz, salt yetenek deyip geçemeyiz yani.
İki kitap da 8 öyküden oluşuyor. Yoklar Fısıltısı' nın öyküleri biraz daha kolay. Hatta yakın bir arkadaşımın benden daha objektif olan yorumu üzerine biraz amatörce, tabii ki Hasan Ali Toptaş kriterine göre. Ölü Zaman Gezginleri ise hayli yorucu. Sakin kafayla, sindire sindire ve neredeyse her cümleye hayranlık duya duya okunuyor Ölü Zaman Gezginleri. Hasan Ali Toptaş tek bir cümleyi bile öylesine yazmıyor. Sanki boşluğu yazdığı cümlelerle özenle dolduruyor ve cümleler değil, boşluğu doldurduğu cümlelerden artakalan boşluk öykü oluyor bir bakıma. Konunun etrafından dolaşan bir örnek olacak ama Schumacher' i anmak istediğimden vereceğim yine de bu örneği; Schumacher havaalanına yetişmek zorunda ve taksiye biniyor. Taksiciden arabayı kendisinin kullanmasına izin vermesini istiyor. Taksici de kabul ediyor. Sonunda 100 dolar bahşiş veriyor hatta. Bu olay haber oluyor ve haberin içinde taksicinin Schumacher ile ilgili şu yorumu yer alıyor; ''o kadar yumuşak kullanıyor ki sanki hiçbir viraj yokmuş da düz yolda gidiyormuşuz gibi hissettim.'' İşte Hasan Ali Toptaş da tıpkı Schumacher oluyor bu öykülerde, sizse onun yanında oturan adam. O kadar yumuşak dönüyor ki virajları siz daha nasıl olduğunu anlamadan bambaşka yollarda buluyorsunuz kendiniz. Hayal-gerçek, gerçek-rüya, rüya-hayal kenarlarından oluşan bir üçgenin içinde dolanıp duruyorsunuz sanki ama bir kenardan diğer kenara geçerken o keskin virajları nasıl döndüğünüzü anlamıyorsunuz. Hasan Ali Toptaş çok büyük bir yazar benim için. Hatta bundan sonra yazmasın da mümkünse çünkü ben üzerine çıkabileceğini sanmıyorum. Aksine, tekrara düşüp eleştiriler almaya başlayacağını düşünüyorum. Çıtayı çok yukarılara çekmiş durumda çünkü. Heba, Gölgesizler' in yanında biraz zayıf duruyor mesela ya da Yoklar Fısıltısı enfes bir öykü kitabı ama Ölü Zamanın Gezginleri ile kıyaslandığında o kadar da iyi görünmüyor. Yani ben Yoklar Fısıltısı' nı yazsam hayatımın en güzel işini yaptım derim, Hasan Ali Toptaş yazınca ise sıradan bir iş oluyor o kitap benim gözümde. Bir efsaneyi daha anarak bitireyim. Majesteleri der ki; ''herkes bir gün Michael Jordan olmak istiyor oysaki ben her gün Michael Jordan olmak zorundayım'' Evet sayın Toptaş, siz de her kitabınızda Hasan Ali Toptaş olmak zorundasınız artık. Saygılar.
(Yazanın kişisel notu) Schumacher! Eski günlerdeki gibi yine; her turda hep daha iyiye... Bir tur daha şampiyon!
İçi dışı, gerçeği düşü, geçmişi şimdisi geleceği karışmış karakterleri... Kelimelerle dalga geçen bir adam Hasan Ali Toptaş. Adeta tutmuş hepsini, sıkıştırmış, top yapıp oynamış. Sakin kafayla okumak lazım.
Bilinmezlikler, düşündürücü sonlar, havada kalmış hikayeler... Hasan Ali Toptaş örneği olmayan bir yazar. Müstesnalığı ise kurduğu dil atmosferinde yatıyor. Zevkle okudum yine.
ilk hikayeler beni gerçekten çok etkiledi, ancak 5-6 hikayeden sonra o kadar benzemeye başladı ki hissettirdikleri, her birinin sonunda mutlaka olan o küçük sürpriz tahmin edilebilir oldu.
Hasan Ali Toptaş kelimeleri birbirine o kadar yakıştırıyor ki sıradan bir durumu anlatan bir cümle bile sadece beyninize değil kalbinize de dokunuyor. sırf bunun için o güzelim cümlelerin altı çizile çizile, sindire sindire okunmalı.
Bir daha bir daha okunmasi gereken, okumak icin okunmamasi gereken türde bir kitap. Oykuler anlam plarak son derece yogun ve etkili. Zaten yazarin üslubunu her zaman icin istim üstünde tutarim.
Oykulerde hayal ile gerçeğin ic ice girdigi anlar, huznun , acinin , yalnizligin kol gezdigi anlar fazlaca .
Dedim ya, okudukca okuyasi geliyor insanin.
Ama kesinlikle dolu kafayla degil, rahat, sessiz bir ortamda okunmali.
Ozellikle kitaba ismini veren oyku ayri bir guzel, ayri bir etkileyici.
Anadolu yazarı, halim selim bir adammış dediler. "Gölgesizler"i okuduk bir hevesle. Filmi keşke izlemeseydik diyorum şimdi. Belki de Candan Erçetin ve kendisini oynatmaları zorlamaydı, finali körelmiş gibiydi (Stephen King'i kendi filminde görünce bayıla bayıla izliyoruz ama). Neyse, ikinci olarak "Ölü Zaman Gezginleri"ne başladım hasbelkader. İlk hikayeler epey iyiydi, ters köşe finaller filan. Ama ortalarda, "hah şimdi bu var ya, hayali biri çıkacak" veya "sonunda anlatıcının, anlattığı kişinin ta kendisi olduğunu anlayacağız" türünde tahminler yürütürken buldum kendimi. İlerleyen aşamada bu iş otomatikleşmeye başladı, son hikayeleri de paragraf paragraf atlayarak bitirdim. Şimdilik yetti kanımca. Tekrarlayan "şaşırtıcı finalli" hikayelerdense tek parça roman tercih etmeli belki de...
Karton Cilt, 1. Baskı, 140 sayfa
22Eylül2016 tarihinde, Everest Yayınları tarafından yayınlandı