Bu zamana kadar dost olmak istediğim çok roman kahramanı oldu. Ama böylesine muhabbetini çekemediğim karakterlerle karşılaşmamıştım doğrusu. Öncelikle baş karakterin gazeteci kıza tavrı, davranışları oldukça rahatsız ediciydi. Tipik bir sapık imajı uyandırmaktan öteye gidemedi. Gazeteci kızınsa Ahmet’in anlattığı hikayeyi hem böylesine merak edip hem de dakikada bir uyuyakalması okur olarak beni gerçekten yıldırdı. Yazarın hikayeyi uzatmak için başvurduğu bir yol gibi görünüyor ancak hoş durmamış. Ayrıca yazarın okuyucuya bir şeyler katma çabasını anlasam da bambaşka bir konuşmanın ortasında araya sıkıştırılan bilgiler oldukça abes durmuş.
2 kısımdan oluşuyor roman ve bu iki kısım arasında neredeyse hiç bağlantı yok. Öyle ki 2. kısma geçtiğimde ilk kısımdaki olayla ilgili minicik merak duygumu çoktan kaybetmiş durumdaydım.
Romanda benim için akıcı olan tek yer Rusya’da geçen anlardı. Ancak sayfa sayısı dikkate alındığında oldukça küçük bir kısma denk geliyor. Bu kısımda da dünyanın en etkileyici aşk hikayesi olduğu defalarca tekrarlanan, karasevda olduğu ileri sürülen aşk hiçbir şekilde yansıtılamamış.
2. kısım bittiğinde yazar “İlk kısımdaki boşluklar da ortadan kalksın da roman tamamlanmış olsun” zihniyetiyle roman sonuna bir karar metni iliştirmiş. Teşekkür metnine bakılacak olursa hukukçulardan da faydalanılmış ancak sanırım onlar da metne fazla müdahale edemediler. Çünkü yanlışlarla doluydu ve gerçeklikle ilişkisi yoktu. Keşke bu şekilde yazılacağına dümdüz bir metin olarak yazılsaydı. En azından bu kadar göze batmazdı.
Romanda gizem unsuru olarak kalması gereken temel konu baştan belli edilmiş. Yazarın çabasına rağmen açıklanmamış pek çok soru işareti de mevcut. Maalesef sevemedim.
Usta kalem ne denir ki? Daha ilk sayfalardan tatlı bir merak içinde başladım okumaya. Kitap Arzu adlı bir kadının cinayeti ile başlıyor. Komşulardan emekli mühendis Ahmet Bey 'den bilgi almak için gelen gazeteci bir genç kız asıl amacı cinayeti araştırmak iken Ahmet Bey tarafından anlatılmaya başlanan gizemli hikayelere kapılır. Hikayeler bitince kızı yanında tutmak için kardeşinin gizemli ve acılı hikayesini anlatmaya başlar. Bu arada cinayet soruşturması kapsamında Ahmet Bey de sorgulamadan geçer. Olayların sonu ve soruşturmanın sonu öyle ters köşe bağlanıyor ki şaşırdım kaldım. "Nası yaaa " dedim kitabın sonunda. Keyifli bir anlatım, keyifli bir okuma keyfi.
Nerdeyse tum kitaplarini okudugum Livaneli"nin bu kitabi hepsinden cok cok farkli bir konuya sahip bence...Cok akici ve merak uyandirici bir sekilde yazilmis...Romanda, cinayet, gerilim, ucundan siyaset, karmasik bir ikiz kardeslik, (genelde bu turde romanlar yazildigini soylemeliyim) ve gene bir "kara sevda" var. Aslinda okurken cok farkli ve sasirtici bir sonla karsilasacagimi sezinliyordum...diger kitaplari kadar cok etkilendigimi soyleyemiyecegim ama tavsiye etmeden de gecemem dogrusu..Ne de olsa cok deger verdigim bir yazar...
Bunca zaman kitaplığımda neden bekletmişim bu harika kitabı ben? Kitaplarımın arasından hep göz kırpardı da, elime alıp geri bırakırdım..
Harika bir hikaye, hiç sıkmayan akıcı anlatım, sürekli düşünmeye sevk eden bir roman. Tek kelime ile ba-yıl-dım!
Ana karakterin farklılığı daha ilk cümlelerde öne çıkıyor. Görülen mor tavşanlar, su içen minareler, duyguların kaybı, dokunanama, kıyafetlerdeki aşı düzen, kokuya hassasiyet, aşırı soğukkanlılığı bir araya getirince, sonu şaşırtıcı olmadı benim için. Her haliyle psikolojik sorunlu bir karakter portresi, açıkça okuyucuya sunulmuş. Bu noktada tam bir ikilemde kaldım, ana karakterin psikolojik profilinin çok öne çıkması ister istemez farklı bir katil arayışına sevk ediyorken, kişilik bölünmesi, şizofreni gibi hastalıkların izlerini arıyorsunuz.
Mehmet'le Olga arasındaki aşk da Olga ve Ludmilla arasındaki ilişki de yetersiz kalmış, kitapta betimlenen "aşktan üstün", "karasevda" okuyucuya tam ulaşmıyor. Bir tat eksikliği var. Ya da ben uğruna savrulacak, acı çekilecek bir aşk tadı alamadım.
Ana karakterin kaybolmuşluğu, kendini kitaplara adayışı, bir nevi kendini arayışı, bence kurgunun en iyi bölümüydü. Kitabın sonunun gerçek bir dava kararı şeklinde yazılması oldukça başarılıydı.
Yine de gerek alıntılar, gerek hikayeler, gerekse Kavabata, Marquez ve Türkali'den esintilerle dolu konuşma ve düşünce kısımları, güzel bir edebi söyleşi tadı bırakıyor damağınızda. Tabii araya ürün alınan reklamlarını saymazsak.
Dili sade, akıcı, sayfaları çevrirken ne kadar ilerlediğinizi fark etmiyorsunuz bile. Kısaca eksik bir kurgu, tam oturmamış bir hikaye ama olağanüstü bir dil.
Livaneli'yle tanışma kitabımdır kendisi ve bunun arkasından 2 Livaneli kitabı okumama da vesile olmuşur, konu, olay örgüsü tatmin edicek seviyede.
Livaneli'yi çok seviyorum. Bu kitabı okumadan geçmeyin. İlk okuduğum kitabı 'Mutluluk' idi. O günden beri beni her kitabında büyülüyor..
Bu kitaba gelecek olursak, küçük bir tahminde bulunup, ihtimal vermemiştim. Ancak sonunu bilmişim :) Bravo Livaneli.. Yeni kitabını da alacağım..
Kitap yorumum ; http://morduslerkitapligi.blogspot.com.tr/2017/03/kardesimin-hikayesi-zulfu-livaneli.html
Zülfü Livaneli'nin okuduğum ilk kitabı. Gayet güzel ve akıcıydı. Yazarın kalemi sizi hemen kitabın içine çekiyor ve heyecanla sonuna kadar okumanızı sağlıyor. Baş kahramanımız da çok kendine özgü, gerçekçi kurgulanmış. Sanki kitap kahramanı değil de bir tanıdık ya da içimizden biriymişcesine özümsüyorsunuz onu. Veyahut da gazeteci kızımızın yerine koyuveriyorsunuz kendinizi. Binbir Gece Masalları'nın içine Agatha Christie kaçmış hali diyebiliriz belki de. En iyisi siz okuyun öyle konuşalım spoiler yemeyin!
Sanki Serenad'ın izinden giden bir kitap olmuş. Birde böyle bir hikaye için sayfa sayısı fazla bir kitap.
Yazarı sevdiğim için okudum ama okunmasa da kayıp olmazmış...
Okuduğum ilk Livaneli kitabıydı, çok daha iyi kitaplarının olduğu söyleniyor. Eğer bu kitabının üstüne çıkmışsa yazar, okumaya kesinlikle devam edeceğim demektir. Akıcı diliyle, içine çeken hikayesiyle, Ahmet ve Mehmet'in başından geçenlerin - özellikle sonlara doğru - yarattığı şokla zamanın nasıl geçtiğini bile anlamadan kitabı bitirivermişim ve de o kadar etkileyiciydi ki kitabı bitirdikten sonra içinde bulunduğum anlatılmaz hisler ile başım döndü, sersemledim.
Nasıl başlasam ne anlatsam bilemedim. Yazarın kitaplarını bilsem de görsem de şu ana kadar alıp okumaya cesaret edememiştim. İlk defa instagramda blog turunda aktif olarak yer alarak önceden okumadığım, cesaret edemediğim yazarların kalemiyle tanışmış oluyorum.
Her ay bir arkadaşımızın seçtiği yazardan kendi istediğimiz bir kitabı okuyoruz. @biryazarbinokur grubu ile birlikte bu ay @kahve_kitap_aski arkadaşımızın seçtiği Zülfü Livaneli kitabını okuyoruz.
Sakin bir balıkçı köyünde genç bir kadının cinayete kurban gitmesiyle başlıyor her şey. Dünyadan elini eteğini çekmiş emekli inşaat mühendisiyle genç, güzel ve meraklı gazeteci kızın tanışmasına da bu cinayet vesile olur. Kurguyla gerçeğin karıştığı, duyguların en karanlık, en kuytu bölgelerine girildiği hikaye, daha doğrusu hikâye içinde hikaye de böylece başlıyor. Modern bir Binbir Gece Masalı'nın kapıları aralanır. Ancak bu kez Şehrazad erkektir. Kitabın içinde polisiye, cinayet, aşk ve gizem hepsinden vardı.
Kurgu çok farklıydı ve açıkçası öyle bir son aklıma bile gelemeyecek şekilde beni şaşırttı ve etkiledi.
#alıntı
Bu tepeden Karadeniz’in bir insan gibi değişeni kılıktan kılığa giren hallerini izlemeye gelirdim. Bazen öfkelenir, bitmek bilmeyen bir enerjiyle sahildeki kayalıklara kafa atardı, bazen kıyı çizgisini diliyle nazlı nazlı yalardı, ender olarak da bir göl gibi kıpırtısız kalır, içine kapanırdı. Karadeniz’i bir roman kahramanı gibi ruhsal gelgitleri, öfkeleri, sevdaları, umutları ve mutsuzluklarıyla tanımayı öğrenmiştim.
#alıntı
“Benim için hayat bir roman, herkes de roman kahramanı.”
oldukça basit bir dili olan-ama edebi yönü çok zayıf- sıkıcı, hikayesini beğenmediğim ve sırf bitirmiş olmak için okuduğum bir kitaptı...
Çok çok çok güzel bir kitaptı. Süprizleri seven bir insanın okuması şart !
Özellikle son bölümlerinde hikaye ve gerçek hayat arasındaki geçişler ve genele hakim olan kurgu harikaydı. Zülfü Livaneli gerçekten büyük bir edebiyat ustası.
"Her insan bedeninin çürüyeceğini bilir ve bundan korkar. Ama çoğu insanın ruhu gövdesinden önce çürür; nedense bundan kimse korkmaz." Akıcılığı ve yarattığı"merak" ile beni etkiledi. Bence güzel bir kitaptı.
Karakterleri zorlama buldum, sanki yazarın anlatmak istediği felsefeleri anlatmaları için ortaya çıkarılmış ama bir şekilde insana aşırı derecede de bir ağırlık veren, kitabın nereye gittiği anlaşılmayan artık bir şey olsun tamam bu adam bir sapık öyle olmalı dedirten bir kitap...İçinde birkaç akılda kalıcı cümle var evet ama iyi bir hikaye mi orası tartışılır.
Livaneli'nin kitaplarında beni hayal kırıklığına uğratan bir kitaba henüz rastlamadım ancak bu kitabı birkaç kelime ile anlatsam şoke edici ve sürükleyici olurdu. Diğer kitaplarından da farkı bu olsa gerek. Edebi bir yanı yok kitabın. Sürekli düğüm çözmeye çalışıyoruz ki kimi zaman tahmin edilesi boşluklar da bırakmış. Yine de ortalamanın üzerinde bir eser benim için.