Çevirmenden mi kaynaklanıyor orjinali mi böyle bilmiyorum ama ilk sayfaları inanılmaz karışık. Kitabın tarzını kavradıktan sonra elinizden bırakamayacaksınız.
Herkes o gün cinayetin işleneceğini biliyordu ama kimse engelleyemedi. Kimi bunu zaten engellemeyi istemedi, kimi umursamadı, kimi ise kaderin önüne geçemedi.
Basit bir hikaye gibi düşünmedim, derin toplumsal yaraların gözlerönüne serildiği harika bir romandı.
Santiago Nasar...
Genç, hareketli kısmen züppe..
Aklıma geldiğinde her zaman üzülürüm Nasar, çünkü savrulan bir küfür gibi onun ismi verilmiştir namus davasında. Peki ya ağızdan çıkan, geçerliliği belirsiz olan o sözün izi ne tür bir yara açar sayfalarda? Santiago Nasar yaralarını kapamaya çalıştığında akan kan, nasıl durmadan oluk oluk akıyorsa okurun bilincinde de aynı şekilde kalıcı bir hatıranın yarasını oluşturuyor Marquez.
Haklı ya da haksız, -ülkemizinde içinde bulunduğu durumu da gözeterek- namus dolayısıyla işlense de bir cinayet ne derecede meşru kılınabilir?
Yüzyıllık Yalnızlık'dan sonra gelir GABO'nun eserlerinde Kırmızı Pazartesi benim gözümde. Okunmalı; tekrar tekrar.
Santiaga nasar,toplumca pek sevilmeyen ama suçsuz bir genç.
Kitabın ilk sayfaları biraz ağır geliyor ama ilerledikçe konuya hakim ve içinde buluyorsunuz kendinizi.Namus davasının acımasız sonuçları karşında eli kolu bağlanmış bir genç kız ile zengin ve kısmen züppe sayabileceğimiz bir adamın hikayesi.Buruk bitireceğiniz ama seveceğiniz bir eser.Kitabın son cümleleri beni çok etkiledi,tavsiye edilir.
Kitabı nasıl okudum , nasıl bitti bilmiyorum. Yazarın üslubu hikayeyi bana göre daha kısa hale getirmiş. Kitabın bana hissettirdiği durum da var ortada. Olayların şuan önümde gerçekleştiğini , yavaş yavaş nihai sona doğru ilerleyişini görüyorum ama ben o olaya müdahale edemiyorum. İnsanı çaresiz hissettiren bir kitap olmuş. Takdir edilesi bir eser.
Bir gün bu kadar yalın, bu kadar güçlü, bu kadar etkileyici bir roman yazmak isterim. Hikayenin en başında, kahramanımızın nasıl bir sonla kaşılacağını biliyoruz. Ama o sonu bilmek, heyecan içinde kalmamızı engellemiyor. Hele o son paragraf...
Marquez bu kitabı yazdıktan sonra ''her yazar son yazdığı kitabın en iyi kitabı olduğunu düşünür bu da benim en iyi kitabım'' demiştir.
Marquez bu kitapta işleneceği herkes tarafından bilinen bir cinayeti anlatmaktadır. Harika kurgulanmış ve büyülü gerçekçilik olarak adlandırılan Marquez tarzını -yüz yıllık yalnızlık kadar olmasa da- iyi yansıtan bir kitaptır. Cinayetin nasıl işlendiğini, neden işlendiğini bilirsiniz daha kitabın başında, ona rağmen elinizden bırakamazsınız kitabı. Liberalizmin, bireyselciliğin kötü yönlerini gerçekçi bir üslupla hiç abartmadan anlatmıştır Marquez bu kitapta.
Marquez'in alışıldık tarzlarından birisi. Hiç bir yerinde sıkmıyor kitap. Farklı karakterlerin gözünden anlatıyor hikayeyi. Yüzyıllık Yalnızlık'a atıf yaptığı bölüm de, güzel bir tat bıraktı :)
Marquez’in Nobel Ödüllü kitabı Kırmızı Pazartesi için “ konu ve hacim açısından karakterler üzerinde hâkimiyet sağladığım ve en iyi romanım” dediği kitap olduğu söylenir.
“Göz göre göre” deyimini en iyi ifade edebileceğiniz gerçek bir hikaye.. Kahramanın öleceğini kendisi hariç herkes biliyor ama kimse bir şey yapmıyor. Bir şeyler yapılsa ölmeyebilir ama kimilerinin önyargısı, kimilerinin kahramanı sevmemesi gibi sebeplerden göz göre göre adam ölüyor. Aslına bakarsanız bu göz göre göre ölümler kadın cinayetleri, güvenlik tedbirleri alınmayan iş kazaları, trafikte dörtyol ya da dönemeçlerde sürekli tekrarlanan kazalar vb. gibi örnekleri ülkemizde fazlasıyla var. Yani alışık olduğumuz “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” durumu! Bakıpta görmeyen, duyupta inanmayan,bilipte tepki göstermeyen insanlar bütünü bu bağlamda toplum psikolojisini en iyi yansıtan eserlerden oldu benim için.
Kahramanın hangi sebep ileri sürülerek öldürüldüğü özellikle bizim gibi doğu ülkelerinin aşina olduğu bir konu. Fakat kahraman kitabın sonuna kadar gerçekliği ortaya çıkmamış bir sebepten öldürülmüş oldu. Bu da bize " bana bir önyargı verin, dünyayı yerinden oynatayım" cümlesinin haklılığını bir kez daha gösteriyor.
Benim için ilginç olan detay; çevirmenin notuna göre Güney Amerika ülkelerinde Araplara Türk gözüyle bakılıyormuş Santiago Nasar ve çevresinden sıklıkla Türk diye bahsedilmesi bu yüzdenmiş.
Kitaptan altını çizdiklerim:
- Kader, bazen insanı görünmez kılar.
- Aşk da öğrenilir.
-Özellikle de işleneceği böylesine açıkça duyurulmuş bir cinayetin hiçbir aksilikle karşılaşmadan gerçekleşmesi yolunda hayatın edebiyatta bile görünmeyen onca rastlantıdan yararlanmış olması ona büyük bir haksızlık gibi görünmüştü.
Toplumumuzda oldukça benzerlikler taşıyan bu roman bizlere çevrilmiş bir ayna gibi.
Her ne kadar Gabriel Garcia sonu başından belli dese de sanki öyle değilmiş hissine kapıldığım ve öyle olmamasını istediğim bu kitap gerçekten çok okunası bir kitap.Gabriel Garcia'nın en güzel kitabım tanımlamasına yakışacak güzellikte bir kitap olduğunu düşünüyorum.
Kırmızı Pazartesi- Bir cinayetin anatomisi. Bağıra bağıra gelen bir cinayet, kasaba halkının duyarsızlığı, basiretsizliği, santiago nasar'ın ölümüne yol açar. S. nasar, ilgisi olmadığı bir namus cinayetine kurban gider.. Cinayete kurban gitmesinde en büyük etken; S. nasarın zengin ve hovarda olması..
Herkese okumasını tavsiye ederim.
Çok farklı bir romandı.
Hala kafamda bazı soru işaretleri var. Ama sanırım etkisi de buradan geliyor ;)
Şu an aklımda kalan ise, o kadar bıçak darbesine rağmen eve doğru gitmesi(ki görenler sapasağlım olduğunu söylüyorlar ki organları elinde olduğu halde) ve halası ne olduğunu sorduğunda "Beni öldürdüler, Wene Hala" demesi...
Gerçekten de çok ilginçti. Kitabın kapağında yazdığı gibi -işleneceğini herkesin bildiği bir cinayet- ama son ana kadar engellemeye çalışan kimse yok zaten aşaran da olmadı...
Kitap gerçekten çok etkileyici bir konuya sahipti. Ama okurken inanılmaz zorlandım. Olaylar kopuk kopuk anlatılıyor ve çok sayıda yan karakter var. İsimleri de öyle kolay ezberlenen ileriki sayfalarda tekrar görünce hatırlayacağınız isimlerden değil o yüzden kitabın gelişme bölümünü zor anladım. Eğer az sayfalı bir kitap olmasaydı dayanamayıp bırakabilirdim muhtemelen. Ama özellikle son 20 sayfa da öldürüleceğini öğrenip kaçmaya çalışması ve annesinin bilmeden ölümüne sebep olması çok etkileyiciydi. Yine de Marquez'in tarzı bana göre değil dili çok ağır geliyor. Yüzyıllık yalnızlık'ı ne zaman okurum kim bilir.
dinginliğinde saklı gerilimiyle harika bir Marquez eseri. Edebi açlığı giderecek muhteşem bir kitap
Kesinlikle bir çırpıda bitirebileceğiniz, çok akıcı bir kitap. Puanımı da bu akıcılığına verdim.
Kendimi bir an Brezilya dizisi izliyor sandım.
Öte yandan kitabın sonunun baştan belli oluşu, bana ileride başlayacağım Fantastik kitap serileri hakkında ipucu verdi. Örnek çok tartışılan Zaman Çarkı serisi okuma sırası gibi.
Toplumdaki umursamazlığın, ilgisizliğin ve yetersizliğin sonunda el birliği ile "Namus Cinayeti" adı altında Santiago Nasar'ın adım adım ölüme gitme öyküsünü, sıkılmadan, yorulmadan okurken, sonunu en başından bilmeme rağmen ilgimi hiç kaybetmedim. Marquez'in yaşanmış bir olaydan esinlenerek yazdığı bu kısa öyküde, kendi toplumumuzdan da bir şeyler var. Akıcı ve sade bir dille yazılmış, Marquez'in tarzı gereği detayları bu kadar yoğun vermesi bende konu detaylar arasında dağılmış hissi yaratsa da hatta dikkatimi dağıtsa da, sürükleyiciydi.
Artık sıradanlaşan bir konuyu bu şekilde anlatmak Marquez'in başarısıdır.
Biri beni öldürmeye geliyor duygusunu atamadım üzerimden. Psikolojik tahliller mükemmel..
Kırmızı pazartesi' toplumsal önyargı, basiret ve kader üzerine yazılmış bir kitap diye düşünüyorum..
Ürpertici, değişik bir roman.
Aynı zamanda toplumun duyarsızlığı çok iyi işlenmiş.Kim ne derse desin bu kitapta Santiago Nasar ne denli masumsa Vicario kardeşler de o kadar masum.Çünkü 15 yıllık eğitim hayatımda hiçbir şey öğrenmemiş bile olsam şunu öğrendim; olaylar gerçekleştiği zamanın şartlarına göre değerlendirilir.Kardeşler Santiago Nasar'ı öldüreceklerini bağıra bağıra tüm kasaba halkına ilan ederken hiç kimse kılını bile kıpırdatmadı, ikizler oysa insanlardan kendilerini durdurmaları için yardım istiyordu.Çok farklıydı, kitap, sarsıcıydı.Tam anlamıyla bana neler hissettirdiğini anlatmak imkansız.Santiago Nasar'ın ölümüne kendi ailemden biriymiş gibi üzüldüm.Hele bir annenin bilmeden oğlunu ölüme kendi elleriyle atması yüreğimi parçaladı.Angela'nın bekaretini kimin aldığıysa hala kocaman bir soru işareti kafamda.
İşlenen konunun gerçek yaşamdan alıntı olduğu her aklıma geldiğinde daha fazla sarsılıyorum.
Kesinlikle ödülünü hak etmiş bir kitap, aynı zamanda bu kitapla Maquez'i ilk kez keşfettim ben.Geç kaldığımı düşünüyorum bunun için.
Kısacası tarafımdan daha birçok kez okunacak bir kitapla daha tanıştım.
Sonucun bilinmesine rağmen bir solukta okunabilecek bir kitap. İlk başlarda olayın içine girmekte biraz zorlansam da daha sonra olayları kavramaya başladığımda kitabı elimden bırakamadım.
Ancak herkesin durumu bildiği halde hiç kimsenin bir şey yapmamasına da insanın isyan edesi gelmiyor değil.
Hayatımda okudugum en hazin ama gerçekleri anlatan bi kitap. Geçen hafta kaybettigimiz marquezin en güzel kitaplarindan. Toplumun Vicdanında çoktan öldürülmüş sucu kesinlesmeden namus cinayetine kurban giden hirinin öyküsü. Oldurulecegi bilinmesine ragmwn hickimse birsey yapmiyo. Sinirlerinizi bozuyor ancak okunmali üzerine dusunulmeli bu konu hakkında. Ozellikle bizim ülkede cok yasanan bir trajedi ne yazık ki.. kitabin anlatım bicimi de farklı. En baştan beri yasanacaklari anlatıyor ve detaylari sizin bir sonraki sayfayi okuma isteğinizi kamçılıyor.
Küçük bir kasabada kızkardeşlerinin düğün sabahı, Santiago Nasar'ı namuslarını temizlemek için öldüreceklerini ilan eden ikizler, bir kaç saat içinde emellerine ulaşırlar. Hemen hemen bütün kasaba halkı, onların niyetlerini duyar fakat bir türlü engelleyemez. İkizler sanki bu cinayeti işlememek için uğraşır gibi, her önlerine gelene söylerler. Belki de o yüzden kimi inanmaz, kimi ciddiye almaz , kimi de Nasar'ı uyarmak istese de ona ulaşamaz.
Kitabı okumayan arkadaşlar sonucu söyledim diye bana kızmasın çünkü kitabın ilk sayfası hatta ilk cümlesinde Santiago Nasar'ın öleceği yazıyor.
Yazar, gerçekte çocukluğunun geçtiği kasabada yaşanmış olan bu olayı, ustaca anlatım tarzıyla bizlere aktarıyor. Kitapta kısa olmasına rağmen onlarca isim geçiyor. Yazar bu insanlarla görüşüp, adım adım cinayete giden bu olay örgüsünü sıraya koyup, kurbanın arkadaşı sıfatıyla anlatıyor.
Bir tarafta; her ne kadar bazı şeyleri bilseniz de önüne geçemeyeceğinizi, bir tarafta da; insanların davranışları, düşünceleri, yaptıkları veya yapmadıkları eylemlerin başka hayatları nasıl etkilediklerini gösteren bu eseri, kesinlikle okumanızı tavsiye ediyorum.
Yalnız aklıma kitapta ki iki bilinmezden en merak ettiğim olan soru takılıyor: O sabah yağmur yağdı mı? Yağmadı mı?
Bir cinayet romanı. Öyle ki cinayeti, maktulü hatta katilleri bile ilk sayfalardan itibaren biliyoruz. Ve bu eserin heyecanını ya da merak unsurunu bir nebze olsun azaltmıyor.
Yazar çocukluğunda tanık olduğu bir cinayetten kurguladığı eserde, hem “töre”yi hem mahalle baskısını hem de toplumsal duyarsızlığı dantel gibi işlemiş. Nihayetinde bu üç olumsuz güçten bir tanesi aradan çekilebilse belki de hiç gerçekleşmeyecek olan o vahşet, katillerinin bile işlemeyi istemediği bu cinayet hepimizin gözleri önünde gerçekleşiyor. Bu açıdan Santiago Nasar’ın öldüğünü bile bile okuyan bizler ile bağıra çağıra gelen bu cinayeti engelleyemeyen kasaba halkı arasında bir fark yok aslında. Adeta bir toplu akıl tutulması, akacak kan damarda durmaz atasözünün -kelimenin tam anlamıyla- kanlı canlı örneği. İşin gerçeği Marquez ile aram çok iyi değildir ya, yıllar önce oyununu izlediğim bu eserini oldum olası sevmişimdir. Ayrıca genellikle kitabın ismi için çeviri faciası deniliyor ama Türkçe ismi orijinalinden çok daha çarpıcı bence.
Kitabın ana fikri güzel ama ben sevemedim kitabı. Okurken çok sıkıldım. Karakterler çok fazlaydı ben anlayamadım kitabı açıkçası. Sonunu beğendim ben sadece o kadar.
Evet ilk cümlesinden itibaren Santiago Nasar'ın öldürüleceğini biliyorsun, fakat olaylar giderek gün yüzüne çıktıkça ve en sonda Nasar'ın çaresizlik ve şaşkınlıkla ortasında kaldığı cinayet sahnesi gözlerinin önünde canlandığında, önceden haberdar olupta olaya müdahele etmeyen herkese okkalı küfür savurasın geliyor. Ama ne yazık ki elden bir şey gelmez, artık kendisinin de dediği gibi "Beni öldürdüler, Wene hala."(((
Belki de gerçekten:
"Kader bizleri görünmez kılar."
Mükemmel bir Marquez kitabı. Çarpıcı betimlemeler, gerçekçi diyaloglar ve edebi bir akış... Her duyguyu iliklerinize kadar hissettiren nadir romanlardan. En sevdiğim kitaplardan biri oldu. "Beni öldürdüler, Wene hala." sözü hala aklımdan çıkmıyor.
"Bana bir önyargı verin, dünyayı yerinden oynatayım." (Sayfa, 90)
Kitabı bitirdiğimde bana ne hissettirdiği konusunda oturup uzun uzun düşündüm. İlk hissettiğim Santiago Nasar'ın suçsuz yere öldürülmüş olmasının beni çok üzdüğü oldu. Bir toplum nasıl bu kadar vurdumduymaz olur, nasıl hiçbi şey yapmadan öylece durabilir bu sorular kitapta çok güzel bir
şekilde gözler önüne serilmiş.