Hayri Bey üzerinden bir milletin bocalaması anlatılmış. Doğruyu bilme ama yapamama, hayatını devam ettirme adına kendinden vazgeçme, sonunda yeni duruma kendini alıştırma süreci ilk ağızdan gözler önünde. Okunmalı.
Yer yer güldüren, yer yer düşündüren, yer yer şaşırtan bir kitap; Ahmet Hamdi Tanpınar kesinlikle okunması gereken yazarlarımızdan.
gerçekten farklı bir kitap ancak en çok etkilendiğim şey birine kendi eşyanızı verme hakkında ki düşüncesi baya ilginç buldum
Birşeylerin değişmeye çalışırken nasıl aslında sarpa sardığını "eğreti" durduğunu yansıttığı gibi insanoğlunun "kılıfına uyma" yı ne güzel becerebildiğini çok güzel ifade etmiş yazar.
Tespitlerini ironi katarak dile getirip nokta atışı yapmış. Ne kadar da yaşadığımız bir sistem hala değil mi?
Askerde okuyup bitirdigimde neden daha önce okumadığımı sorguladım. Eski ve yeni arasında kalmışlığı kendi üslubuyla anlatıyor Tanpınar. Karakterleri zihninize kazınacak bir roman
Saatleri Ayarlama Enstitüsü yeni bir dönemin müjdecisi değil, bu yeni dönemin birey ve toplumda oluşturduğu travmanın ibret veren hikayesidir. Geleneği ve yeniliği temsil eden karakterler arasında Tanpınar asla taraf tutmaz. Onun yansıtmak istediği şey doğu ve batı kültürlerinin tüyleri diken eden gerilimidir. Tanpınar doğunun yerleşik mizacını eleştirdiği gibi `Nuri Efendi` gibi bir karakterle de bu kültür mirasını değerlendirir. Tahsilini batıda gerçekleştirmiş `Doktor Ramiz` psikanalize olan hayranlığıyla birlikte, `Hayri Bey`'in, Nuri Bey'den devraldığı aldığı tutumlu mirasa da hayranlık duyar.
Ancak mühim karakterler `Halit Ayarcı` ve anlatıcı Hayri Bey olarak göze çarpar. Hayri bey `dinlemesini` bilir, bu yolla etki etmekten ziyade etkiye maruz bırakmıştır kendisini. Nuri Bey'in saatçilik hususundaki zarif hassasiyetini benimser ancak asla kendini adayamaz. Daha sonra tanışacağı Halit Ayarcı ise Hayri Bey yoluyla, Nuri Beyden aldığı ilhamla devrin istikbalini sağlamaya girişir.
Diyaloglar ve karakterler ölçü alındığında kesinlikle uluslararası seviyede bir eserdir.
Ayrıca reklamcının el kitabı olmalıdır Saatleri Ayarlama Enstitüsü, kitap yenilikle serpilen tutku değişik bir tat bırakır.
abdullah efendinin rüyalarıyla çaktırmadan eşleşen noktaları var kitabın içine gizlemiş gibi
http://moonlightcat13.blogspot.com/2013/03/saatleri-ayarlama-estitusu-ahmet-hamdi.html
İki alem arasında salınıp duran bir halkın boşluğu…
Yalnız, umutsuz karamsar ve çok titiz bir ruh. Tanpınar’ı birkaç satırla anlatmam mümkün olmadığından ben de “Tanpınar Türkiye’dir.” diyerek otobiyografi kısmını geçmek istiyorum. Ancak yazarlığıyla tanınan Tanpınar’ın aslında en büyük tutkusunun şiir olduğunu, altmış kadar şiiri olmasına karşın otuz yedi şiirinin yayımlandığı bir şiir kitabının da olduğunu belirteyim.
Şiir demişken Dergah’ta yayınlanan Tanpınar’ın mektuplarında yer alan hocası Yahya Kemal Beyatlı ile olan anısını paylaşmak istiyorum. Yahya Kemal bir dost meclisinde otururken Tanpınar’a “şiirden vazgeçin” dedi. “Onu yapmayın, o benimle bitti. Müsaadenizle bendeniz o işi yaptım. Artık yapamazsınız” diye baba nasihati verir. Tanpınar ilkin kızar ama “Bülbül Manzumesi” ile buna hak verir ve “şiir Yahya Kemal ile bitmiyor, burası muhakkak ama ben bu işi pek beceremiyorum” der. Ahmet Haşim ve Yahya Kemal’in dostu olan ve Batı’da da Paul Valery ve Marcel Proust'u örnek alan Tanpınar, sembolist ifade ile estetiğe önem verdiği şiirlerinde müzik ve imaj kaygısı taşır, romanlarında ise zaman kavramıyla toplumsal meselelere, psikolojik anlara ve bilinçaltına önem verir.
Şiir tutkusu büyüktür fakat “şiirlerime sığdıramadıklarımı romanlarımda yazıyorum” diyerek kendisini ifade edecek cümleleri bulamayınca romana yönelir. “Eşik” şiiri de bu çıkmazı anlatır. Çünkü kendisi de bir eşiktedir. Bu durumu bir konuşmasında şöyle ifade eder:
“Şiir kendisi için, roman hayat ve insan içindir diyebiliriz… Şiir ‘ben’ in peşindedir. Ama o ben, ben değilim artık, benim bir halimdir… Şiir hülasa zamansızdır. Benim roman ve hikâyeciliğim belki de şiir için gerekli bu zamansızlığı temine yarar.” diyerek hislerinden, anılarından, düşüncelerinden, roman ve hikâyeleri sayesinde kurtulup şiirlerinde serbest kaldığını söylüyor ve kısaca roman, hikâye ve şiirinin amacını açıklıyordu.
Tanpınar’da kimlik, ötekinin sınırlarının bilinmesiyle olur. Tanpınar’ın gerek şiirlerinde, gerekse hikaye ve romanlarında zaman kavramı çok kere karşımıza çıkar. İtiraf etmeliyim bende bunu Marcel Proust’un dairesel zaman algısıyla özdeşleşmiş kitabı “Kayıp Zamanın İzinde” serisini okumak için yaptığım araştırmalarda öğrendim.
Tanpınar, zaman kavramını;
“Ne içindeyim zamanın ne de büsbütün dışında.Yekpare geniş bir anın, parçalanmaz akışında.”
mısralarından da anlaşılacağı gibi öncesiz ve sonrasız olarak bir bütünlük içinde ele alır.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Tanzimat’tan Meşrutiyet ve dahi Cumhuriyet’e kadar kapsadığı zaman, olay örgüsü ve karakterlerin kişilikleriyle Türkiye Cumhuriyetinin modernleşme evresinde yaşanan toplumsal travmalara hiciv niteliğinde bir romandır. Daha önce okuduğum Batı’nın Gördüğü Türk kitabında benim de zaman zaman katıldığım, şimdi bu kitapla bağdaştıracağım öz eleştiri niteliğinde bir görüş vardı. Diyordu ki; “Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra Batılılaşma sürecinde geri kalmışlığı çağrıştıran ne varsa toplumun o zamanki değerleri hiçe sayılarak bir kenara atılmış, hazır olmayan halka devrim niteliğinde yeni değerler yüklenmiştir. Bu değerleri bir anda benimseyemeyen halk içinde günümüzde de hali hazırda yaşanan ayrışmalar söz konusu olmuştur. Bu sancılı süreci önleyebilmek adına keskin bir devrimden ziyade halkın benimseyebileceği evrimsel bir devrim daha mı yerinde olurdu.” İşte bu iki düşünce arasında Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü ile modernleşme sürecinde toplumun içinde bulunduğu Saatleri Ayarlama Enstitüsü gibi içi boş kurumlara, çıkar çatışmalarına, hurafelere gönderme yaparak evrimsel devrimin daha iyi olacağına dair tutumunu dile getiriyor. Kendi ifadesiyle “iki alem arasında salınıp duran bir halkın boşluğu.”
Esasen 1950’li yıllar Tanpınar için de bir geçiş dönemi olmuştur. Tanpınar da 1950’den önceki eserlerinde kendicilik algısı, bütünlük peşinde koşma gibi mistik meselelerden usanmış ve kendi bilincini inşa eden dili inşa etmiştir. Bu bağlamda Saatleri Ayarlama Enstitüsü hem Tanpınar’ın kendi temasını ve sanatını ironize etmesi anlamında hem de ironik bir dille yazılmış olmasına rağmen hacim açısından çok önemli bir romandır. 1949’ dan sonra “Doğu Doğudur, Batı Batıdır” cümlesi Tanpınar’ın inandığı ifadedir ve Tanpınar sentezcilikten vazgeçmiştir. “Şarkla garp birbirinden ayrı. Biz ikisini birleştirmek istedik. Hattâ bunda yeni bir fikir bulduğumuzu bile sandık. Halbuki tecrübe daima yapılmış, daima iki çehreli insanlar vermişti” demiştir. Tanpınar’a göre modernleşme ve ilerleme; batılılaşma sevdasından mütevellit oradakini buraya kopyalamaktansa, kendi uygarlığımızı, kendi hayat şekillerimizi yaratmak için Doğu-Batı ikileminde kendi gerçekliğimize uygun bir sentezi benimseyerek, yalnızca bireysel değil toplumsal ve kültürel açıdan da ahlaklı bir şekilde emek sarf ederek, çalışmakla mümkün olacaktır.
Kitabın karakterlerini inceleyecek olursak; Tanpınar’ın da bizzat kendisi olduğunu düşündüğüm anlatıcı karakter olan Hayri İrdal’ın hayatı, ailesi ve ailesinin çevresindeki insanlar göz önüne alındığında dini hurafelerle ve batıl inançlarla bezeli bir çocukluk gençlik dönemini içeriyor. Bu dönemde karakterini kendisine saat tamir etmeyi öğreten ustası Nuri Efendi etkiliyor. Nuri Efendi geleneksel, çalışkan ve dürüst bir insan. Ancak İrdal, eşinin tabiriyle öylesine sünepe, içine kapanık bir adam ki girdiği işlerde başına gelen çeşitli talihsizliklerden dolayı bir türlü muvaffak olamıyor. Sonunda yine bir saat mevzuu üzerinden Saatleri Ayarlama Enstitüsünün fikir babası olan Halit Ayarcı ile tanışıyor.
Halit Ayarcı’yı anlatmak için Goethe’nin Faust eserinden söz etmek istiyorum. Okuyanlar bilir. Orada bir mefisto (şeytan) vardı. Mefisto insanın en çaresiz zamanında karşısına çıkar, umut aşılayarak onu ele geçirir ve daha sonra istediklerini yaptırır. İşte buradaki mefisto Halit Ayarcıdır. Halit Ayarcı, Nuri Efendi’nin aksine emeğe, çalışmaya, dürüstlüğe önem vermeyen, inandığı tek ilke yenilik olan “yeninin bulunduğu yerde başka meziyete gerek yoktur” diyen bir nevi batıyı temsil eden bir karakter. Hayri İrdal, o dönemde içinde bulunduğu durumu “Ben tek çare olarak yalnız evcek bizi alıp götürecek bir salgın, bir felaketle bu işler hallolur sanıyor, onu bekliyordum” diyor yani tam Halit Ayarcı’nın aradığı, zavallı ve kaybedecek bir şeyi olmayan insan tipi. Halit Ayarcı öylesine akıllı, öylesine laf cambazı bir adam ki Hayri İrdal’ı avucunun içine alıyor ve kukla gibi oynatıyor. Hayri İrdal’ın karakterini değiştiriyor. Hayri İrdal, Nuri Efendi’nin yolundan gittiğinde yoksulluk peşini bırakmayacak, Halit Ayarcı’nın yolunda ise refah, saygınlık ve üne kavuşacaktır. Dolayısıyla Hayri İrdal roman boyunca bir ikilem içindedir. Anlaşılacağı gibi Nuri Efendi eskiyi ve Doğu’yu, Halit Ayarcı ise yeniyi ve Batı’yı temsil etmektedir. Gerçi ben hala genel anlamda bu karakter değişiminde para ya da gücün karakteri olumsuz yönde değiştiren bir kavram mı yoksa aslında bozuk olan karakterin ortaya çıkmasını sağlayan bir araç mı olduğu konusunda çözümleme yapabilmiş değilim.
Hikayede anlatıcının yani Hayri İrdal’ın parayla birlikte karakteri bozulur ama okurken ona kızmazsınız, o hala sünepe hala acınası adamdır. Çünkü Tanpınar okuyucuya Hayri İrdal’ı ta en başından çocukluğundan itibaren anlatır. Biz onun neler yaşadığını biliriz. Acırız, üzülürüz ve filmlerdeki iyi adam gibi kusurlarını hep mazur görürüz, artık yüzü gülsün isteriz, ona sahip çıkarız. Bir nevi ona torpil geçer, objektifliğimizi kaybederiz. Zaten o da paranın peşinden giderek hata yaptığını, bunu da iradesinin zayıflığından kaynaklandığını kabul eder. İyice severiz. Ama bana sorarsanız ben –arada- bir hayatı onaylamam. Aslında “yapmak istemiyorum da şu şu nedenlerden dolayı yapıyorum” tarzı mazeretli bir hayattansa evet yapıyorum ya da hayır yapmam gibi kararlı bir duruş taraftarıyım. O yüzden benim bu hikayedeki kahramanım Hayri İrdal değil, Halit Ayarcı’dır.
Romandaki önemli bir yer edinen bir diğer karakter, Hayri İrdal'ın bir kızgınlık anında Andronikos'un hazinelerinin yerini biliyorum diye şaka yaptığı esnada mahkemeye düşmesi sonucu kendisine paranoya teşhisi konularak kliniğe sevk edildiği sırada kendisini tedavi eden, psikanalize kafayı takmış Dr. Ramiz karakteridir. Dr. Ramiz, nerede duracağını bilmeyen kafası karışmış Türk Aydınını temsil ediyor.
Bir başka karakter; Hayri İrdal’ın musikiden anlamayan berbat sesiyle yine de assolist olmak isteyen bir baldızı vardır. Hayri İrdal böylesi yeteneksizliğin gülünç olduğunu savunsa da Halit Ayarcı baldızı assolist yapar hem de tüm ülkenin alkışlarla dinlediği bir assolist. Bence en güzel ironilerden biri buradaydı. İşte bu bölüm Türkiye’nin resmidir. Kimilerini şarkıcı, kimilerini yazar ve televizyondaki anlamsız dizi ve programlara raiting kazandırarak kimilerini de kanal sahibi yapan bu kitle. Bu başarı gibi görünen kavram; çalışmanın, bilginin, emeğin ürünü değil, Tanpınar’ın da belirttiği gibi beyinsiz bir güruhun ürünü.
Romanda Hayri İrdal’ın öldükten sonra dirilen halası, karısı, kızı paranın ve gücün etrafındaki riyakarlıklarıyla ayrı bir inceleme konusu. Fakat romanda en az bahsi geçen ama babası gibi kolay yoldan zengin olmak istemeyen, tıp okumak için yatılı okula giden Hayri İrdal’ın oğlu Ahmet, olması gereken insan profilidir.
Romandaki anlatım teknikleri ve ironiler sayesinde çok yerde okuyucuya yorum hakkı doğmuştur. Bende bu kitapta tarihin gerçekliğine inandığım şu düşüncenin temelleri kuvvetlendi; Tarihi kimler, neye göre yazıyor? Ben hep tarihin, dönemin çıkar çatışmalarıyla örtüşecek şekilde bize aksettirildiği görüşündeyim. İdeoloji, yaşayabilmek için kendisine tarihi temeller kurmak zorundadır. Bu romanda da enstitünün güvenirliği ve gerekliliğini ispatlamak için Ahmet Zamani Hazretleri adında hiç olmayan bir adamın kitabını yazıyorlar. Halit Ayarcı’nın dediği “tarih günün emrindedir” sözüyle hakikati ideolojinin emrine veriyorlar. Sahte bir tarih üzerinden ideoloji yaparak çıkar sağlamak…
Kitapta kendime çıkardığım en güzel pay ise, Halit Ayarcı’nın realist olmakla ilgili söyledikleri. “Realist olmak yani hakikati olduğu gibi görmek; tek başına ne işe yarar? Bir sürü eksikler ve ihtiyaçlar hazırlamak insanı yolundan alıkoymaktan başka ne işe yarar? Hakikati düzelteceğim diye uğraşmak bozgunculuktur. Asıl sorulması gereken soru “elimdeki verilerle ne yapabilirim? “ realist düşünce tarzı bir süre sonra insanı mükemmeliyetçi yaklaşıma götürüyor. Sonuç: mutsuzluk, yalnızlık…
Kitapta günümüzde de gördüğümüz devlet kurumlarının işleyişlerine, akraba, eş- dost kayırmalarına ironik bir dille göndermeler yapılmıştır. Hayri İrdal’ın hiçbir iş yapmadan maaş aldığı Saatleri Ayarlama Enstitüsünde “biz hiçbir iş yapmıyoruz, burada ne yapacağız?” demesi üzerine Halit Ayarcı’nın “önce insan gelir, sonra iş. İş insana göre icat edilir” söylemi gereksiz kadrolaşmayı açıklıyor. Güya saatlerin ayarsızlığı yüzünden zaman kaybını önlemek amacıyla bir enstitü kurulmuş, onca demirbaş ve personel alınmış, çeşitli cemiyetler, istasyonlar yapılandırılmış, aslında hiç var olmayan bir iş üzerinden asalak insanlara para kazandırılmış.
Romanın sonunda Amerika’dan bir heyet gelir, Saatleri Ayarlama Enstitüsünün gereksiz olduğuna karar verir ve kapatılması ister. Ancak Halit Ayarcı burada da devreye girer. Enstitüyü kapatmaz ve tasfiye eder. Orada çalışanları tasfiye halinde olan enstitü komisyonunda görevlendirir. Yani Tanpınar bu sistemin çökmeyeceğinin sinyallerini 1960’lı yıllarda Saatleri Ayarlama Enstitüsüyle bize veriyor.
Kitapla ilgili enteresan bir durum var. Tanpınar tarafından yazılmış fakat romana dâhil edilmemiş bir mektuptan bahsediliyor. Güya Dr. Ramiz, Halit Ayarcı’ya Hayri İrdal’ın bir paranoya hastası olduğuna dair mektup yazmış. Eğer bahsi geçen mektup romana dahil edilmiş olsa idi roman boyunca kafamızda şekillenen karakterler ve dolayısıyla o günün toplum yargısı ve değerleri tamamıyla alt üst olurdu. Mektup romana eklenmeyecekti madem o zaman Tanpınar o mektubu niçin yazmış diyeceksiniz. Eleştirmenlere göre şöyle; Tanpınar romanda devirleri eleştirdiği için başına bir iş gelebilir düşüncesiyle gelecek tepkilere göre mektubu romanın başına ya da sonuna koymayı planlıyordu. O dönem gerek duymamış olsa gerek, romana mektubu dahil etmemiş. İlginç ama akıllıca bir yöntem. Sabahattin Ali gibi düşüncelerinden dolayı faili meçhul bir cinayete kurban gitmek de var işin sonunda! Fakat ben yine de yazarın kaleminin cesur olması taraftarıyım. Nitekim Tanpınar’da öyle yapmış. Fakat benim gibi düşünmeyen eleştirmen -yazar Konur Ertop gibi kitabın diğer baskılarında bu mektup konulmalı düşüncesinde olanlar da var muhakkak.
Ve Saatleri Ayarlama Enstitüsünün benim için ana fikri şu:
Bugün kafa yorduğumuz; kendimiz olma, etik ve ahlaki değerler, Doğu-Batı sentezi, yüksek medeniyet, sosyal problemler, insan ilişkileri v.s. aslında dünyada insanlar için bunların hiçbir önemi yok. Bunu nereden anlıyoruz biliyor musunuz? Kooperatif meselesinden. Orada “insanları idare eden şey sadece paradır” deniyor. Kooperatif meselesine kadar insanların sadece para verip saatin kaç olduğunu öğrendiği, sırtını bürokrasiye dayamış bir kurum olan Saatleri Ayarlama Enstitüsünde sözde çalışan, aldığı paranın karşılığını verip vermediğini sorgulamayan insanlar; çıkarlarına ters düşen bir durumda itiraz ediyorlar. Yani; insanların saatleri ancak çıkarları ortak olduğunda aynı yönü gösteriyor. Menfaatleriniz ortak değilse aynı yöne bakmıyorsunuz.
Kitap okuma alışkanlığınız yoksa Biraz sıkılabilirsiniz ve kitap okumaya ara verebilirsiniz. ama severek okuduğum bi kitaptı.
o kadar eğlenceli bir üslupla yazılmış ki her sayfasından keyif aldım şimdiye kadar korkup okumadığım için pişman oldum.
-Yalan mı söylüyordu? Hayır. Sadece bugüne ait bir hissi maziye taşıyordu.
-Aşkın kötü tarafı insanlara verdiği zevki eninde sonunda ödetmesidir. Şu veya bu şekilde...Fakat daima ödersiniz...Hiçbir şey olmasa, bir insanın hayatına lüzumundan fazla girersiniz ki bundan daha korkunç bir şey olamaz.
Şu virüs günlerinde biz de kendimizi mecburen kitap okumaya verdik. Şu cümle belki bugünlerde okuduğum için bana daha çok etki etti:
''Şu hakikati kendi hayatım bana öğretti: İnsanoğlu insanoğlunun cehennemidir. Bizi öldürecek belki yüzlerce hastalık, yüzlerce vaziyet vardır. Fakat başkasının yerini hiçbiri alamaz.''
Kitap geçtiği zamanın ve şartların elini tutmuş sonra da adeta tuttuğu eli bizim elimize tutuşturmuş gibi. Eserin içerisinde ne yok ki ? Aşkın her türlüsü : görücü usülü olanı, yasak olanı, evlada karşı olanı; akrabalık, iş hayatı, devlet bürokrasisi, ülke içi ve ülke dışı sosyakültürel görünümü. Ayrıca kitabın dilinden de çok etkilendim. Bazı yerlerde hiç bilmediğim hislerimin yazılı olarak karşımda görmenin şaşkınlığını yaşadım. Yazarın okuduğum ilk kitabı kesinlikle de son olmayacak.
...Modern hayat ölüm düşüncesinden uzaklaşmayı emreder!
...Ben aşktan daima kaçtım. Hiç sevmedim. Belki bir eksiğim oldu. Fakat rahatım. Aşkın kötü tarafı insanlara verdiği zevki eninde sonunda ödetmesidir. Şu veya bu şekilde... Fakat daima ödersiniz...
5 yıl önce Devlet Tiyatroları'ndaki uyarlamasını izlemiştim, meğer konuya vakıf olmak yetmiyormuş. Tanpınar, yarattığı karakterleri derinlemesine yazmış, resmen kanlı canlı insanları anlatmış. Bir nebze kara-komedi olarak adlandırabileceğimiz metninde dramı ilmek ilmek işlemiş. Sırf bu yüzden Huzur'u okumaya korkuyorum.
Tek kelimeyle de özetlemem gerekirse: Psikanaliz!! :)
Safkan Türk edebiyatı okumak isteyenler için güzel bir klasik.. Dili yazıldığı dönemdeki haliyle okumak isteyenler için YKY iyi bir basım olmuş.. Hiç olmayacak, en saçma fikirlerin bile, -belki kendini kandırarak, belki inanıyor numarası yaparak, belki de garip bir şekilde tüm o saçmalıklara gerçekten inanarak- bozuk devlet düzeninde nasıl uygulandığının güzel bir örneği.. Değişik bir Türk klasiği okumak isteyenler için tavsiye edebilirim..
okuduğum en iyi türk romanlarından
http://listelist.com/saatleri-ayarlama-enstitusu-alintilar/
tam bir kara mizah, hele psikoterapi seansları :) anadilimde böyle bir kitap olduğu için şanslı sayıyorum kendimi. yalnız bir tek kitabın sonlarında binanın anlatıldığı bölümlerde sıkıldım, gereksiz uzun ve ayrıntılıydı. kafamda canlandıramadığımı da itiraf edeyim.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü Türk insanının doğu ve batı arasında bocalamasını irdeleyen bir başucu romanıdır.
http://ebediyenedebiyat.blogspot.com/2012/07/saatleri-ayarlama-enstitusu-ahmet-hamdi.html