okumaya başlarken çok şey beklediğimi söylemeliyim.. çünki hep övgüler yağiyordu bu kitaba.. ancak beklediğimi bulamadım. güzel bir anafikir olabilir ama anlatım durgun geldi bana.. okuyup bitirdiğimde "bu mu?" dedim kendime.. son sayfaya kadar hikayeyi dönüştürecek bir gelişme bekledim. tamam her kese, kendine bile yabancılaşmış bir insan anlatılmış ola bilir.. ancak bu kadar duygusuz olamaz hiç kimse.. kendi kaderine böyle kayıtsız yanaşamaz.. bu sebeple hikaye beni kendine bağlayamadı, sadece bitsin diye okuduğum kitaplardan biri oldu YABANCI
Albert Camus 20.yüzyılın ses getirmiş düşünürlerinden biri. Eserlerinde varoluşçuluk ve absürdizmden izler görülür ancak Camus'nun kişiliği kendine böyle etiketler yapıştırılmasına izin vermez.
Yabancı benim Camus'dan okuduğum ilk kitap. Daha önce bu derece karamsar ve gereksiz bir kitap okumadım. Evet gereksiz diyorum çünkü kitabın bana tek düşündürdüğü anlamın, toplumun, duyguların gereksizliğiydi. Kitabın başarısını buradan anlayabilirsiniz. Mersault'ya göre bir durumun diğer bir durumdan neden bir farkı olsun ? Her şey saçma değil mi ? Tanrı yok. Makineleşmiş bir dünyada biz de makineden ibaretiz. Hayat yaşamaya değmeyecek kadar anlamsız. Bir şeyi yapıyorum çünkü neden yapmayayım ? Ya da bir şeyi yapmıyorum çünkü neden yapayım ?
Bahsetmek istediğim bir diğer konu ise Nikos Kazancakis'in Zorba'sıyla olan kıyası. Ben Zorba'yı daha önce okuduğum ve çok beğendiğim için Yabancı'yı elime aldığımda "hadi bakalım, Zorba'nın elinden ödülü alabilecek kadar iyi misin görelim" havasındaydım. Nitekim Zorba ne kadar canlı, umut dolu, sayfalarından hayat sızan bir kitapsa Yabancı da o kadar karamsar, anlamsız, sayfalarından hayatın saçmalığı sızan bir kitaptı. İkisi de harikulade kitaplar. Ama ben Zorba'yı daha çok sevdim belki de hayatın o kadar da anlamız olduğunu düşünmediğim için.
Albert Camus düşüncelerine bir kulak verilecek, anlamaya, okumaya değer bir yazar. Diğer kitaplarını okumayı ve bu adamın kafasında daha nelerin döndüğünü görmeyi dört gözle bekliyorum.
Sadece mavi gezegenin kendine sunduğu gökyüzünü, denizi, deniz dalgalarını ve üzerinde bıraktığı tuz tortusunu, güneşi, geceyi, gündüzü, uçan ve cıvıldayan kuşları, ilişkisini kısacası bu yaşamın kendi devinimi içinde hayatı olduğu gibi seven ve kabul eden bir karakter. Hayatın kendisine sunduklarıyla mutlu olurken sahip olamadığı şeyler adına kafa yormayan çünkü sahip olduklarıyla bile mutluluğun hissedilebilir olduğunu duyumsayan hırssız biri. Topluma, toplumun dayattığı davranış biçimlerine, geleneklere hatta toplumun geleneksel düşünce biçimine her açıdan kayıtsız ve yabancı bir karakterin bir anda değişen hayat akışının hikayesi. İşte absürtlükler burada başlıyor.... Yargıda... yargılamada... verilen cezada...
Olaylar karşısında toplumun gösterdiği geleneksel tepki biçimine, yaklaşım biçimine ya da değerlendirme biçimine karşı tümden farklı düşünüp farklı tepkiler gösteriyorsanız, yaşamı farklı algılayıp farklı hissedip, farklı bir biçimde yaşanması gerektiğine inanıyorsanız, bunu gerçekleştirecek kadar inançlı, cesur adımlar atmalısınız. Hiç pişmanlık duymadan. Mantıksız yargılamalarıyla bir çırpıda sizi içinden dışlayacak bir toplumun kemikleşmiş, köhneleşmiş, çürümüş düşünce yapısına aykırı olsanız bile Albert Camus kendi felsefesini en iyi anlatan bir cümlesinde diyor ki;
'Hayat hiçbir şey değildir, itina ile yaşayınız.' ...
hızlı okunan ama saçma bir kitap,gözüne güneş vurduğu için adamı öldürmesi ve kendini adeta savunmaması..çok saçma..tabi içindeki felsefe ve makaleleri sonradan okuyup tekrar değerlendirecem..her şey anlamsız ama bu kadarda değil,iyi anlatamadığını düşünüyorum..sartre bulantı beni delirtmşti ama bundan çok daha anlamlıydı..
“bugün annem öldü. belki de dün bilmiyorum.”(s.11) cümlesiyle başlar kitabımız.
İlk cümleyle düşündürür, soru işaretleri oluşturur kafamızda. Gerçekten bilmiyordur, dümdüz şekilde kafamızda herhangi bir soru oluşmasına gerek olmadan bilmiyordur. Böylece başlar kısa ama bir o kadar vurucu olaylar dizisi. Onun gibi düşünmeyen insanlar tarafından yabancılaştırılır Meursault tıpkı Roquentin, tıpkı Bay C gibi.
Çalışma masasındaki güneşten kanatları parlayan sivrisineği varolma zahmetinden kurtarmak için öldüren Roquentin gibi Mersault da gözüne güneş girdiği için yapmıştır. başka hiç ama hiçbir nedeni yoktur. Bay C de sustu, konuşmak gereksizdi, biliyordu, anlamazlardı, demişti. Meursault da sustu. Bu 3 karakteri öylesine birçok yönden birbirine bağlayabilirsiniz ki sonucunda hangisi daha başarılı, daha karizmatik, daha adam anlamazsınız.
Albert Camus her zaman varoluşçu olmadığını vurgular ama bu Meursault ve Roquentini birbirinden ayırmaz diyebiliriz. Evet Camus varoluşçu değildir, o çok daha başka şeydir. Onu da bu kadar güzel yapan bu bambaşka oluşudur. Dilinin basitliği, akışı, duruluğu, temizliği, donukluğu o kadar dozundadır ki tekrar tekrar okumak istersiniz Meursault’un sona gidişini. “bazı şeyler bugün ya da yarın olabilir, daha sonra da olabilir ama bu yine de olacak bir şey ise fark etmez.” dediği bir paragraf vardır. Dupduru bakış açısı ile kendini hazırlamıştır. İçimizde oluşan her duyguyu tel tel ayırır ve inceler. Aşmıştır kavramları, düşünceleri, fikirleri, hisleri Camus.
Amacım “yabancı” kitabını anlatmaktı ama birinden bahsederken diğer iki muhteşem adamdan bahsetmeden geçemiyorum onu anladım. Bu hayatta 3 adam vardır ki söyledikleri herhangi bir cümle de “neden?” sorusunu sormak gereksizdir. Neden okumak, neden sorgulamak, neden analiz yapmak, neden beğenmemek, neden anlamamak, neden sorgulamak.
Meursault, Antoine Roquentin, Bay C
Şudur aslında: önünde saygıyla eğilin.
Kitabı okuyanlara şiddetle Dr. Mutluhan İzmir 'in
"CAMUS, YABANCI VE CEZAYİR SOYKIRIMI" adlı kitap analizini okumalarını tavsiye ederim.(Google'da aratıp, tam metin okuyabilirsiniz.) Bu yazıdan sonra romana çok farklı bir pencereden bakacaksınız.
-Hayır, çıkar bir yol yoktu ve kimse hapishanede akşamların nasıl geçtiğini tasavvur edemezdi.
Kitabın ilk bölümünü okurken ee, yani hani bu basit hayattan ne çıkacak diyorsunuz, 2. Bölümde bambaşka bir hal alıyor gidişat. Evet roman kahramanı her şeye fazlasıyla kayıtsız ilk etapta. Ama sonraki içsel düşüncelerinden insan kendinden çok şey buluyor. Duruşmayı anlatan yerlerde aklıma Tolstoy'un Diriliş'inde ki mahkeme anları geldi. O zaman insan şunu düşünüyor, bir insanın kaderini etkileyecek karar bu kadar kolay mı verilmeli?! Albert Camus'la tanıştığım güzel bir kitap oldu.
Düşüş kitabından sonra okumaya çekindiğim YABANCI tek kelimeyle muhteşemdi! Hayatı akışına göre yaşayıp, olaylara kayıtsız görünen, yarını düşünmeyen, hayatı günlük yaşayan, varoluşçuluk üzerine yazılmış muazzam bir eser. Tekrar tekrar okunması gereken ve tavsiye ettiğim bir kitap YABANCI
İçindeki gerçek sevgiye mi ulaşamamıştı, umudu vardı ama gereksiz mi görüyordu,iyi şeylerin olmasına engel oluyordu gibi geldi bana kendi kafasınca umut yoktu ama var da olabilirdi ona kalırsa ikisi de birdi.. 'saçma'
Gece başladım. uyudum. Sabah bitirdim aşırı akıcı. Hayatın değerini anlamanızı sağlayacak veyahut sorunlarınızla boğuşmanıza sebep olacak bir kitap. Güzeldi.