Tek kötü yanı bazı karakterler aynı isim de oldukları için kafam karışmıştı.Ama müthiş bir kitap.
Elinize aldığınızda kalın gibi görülen bu eser bitince size çok inceymiş gibi gelebilir.
İlk Marquez kitabımdı. Her sayfayı çevirişimde Buendia ailesinin başına şimdi neler gelecek diye düşündüren kitap :)
Yaşananların ne kadar inanılmaz ve şaşırtıcı olduğunu ilgi ve hayrete düşerek okuduğum bir roman.
masalcı gerçekçilik türünü sevenler için güzel bir kitap, anlattıkları hem gerçek hem masal ama çelişki yok, sürükleyici ve merak uyandırıyor.
MASALSI BİR ANLATIM. BİRDE KARAKTERLERDE HEP AYNI İSİMLER KULLANILMIŞ, ŞAŞIRMAMAK MÜMKÜN DEĞİL
tek kelime ile muhteşem bir kitap. gerçek ve gerçek üstü olayların bir biryle kusursuz bütünleşmesi. gözlerinizin önünde akan hayatların acıklı ve mistik hikayelerine kapıldığınızda geçmişinize dönüp bakma gereği duyuyorsunuz
G. G. Marquez'in edebiyat otoriteleri tarafından Kolera Günlerindeki Aşk'la birlikte en iyi iki romanından biri kabul edilen ve insanda masası bir tat bırakan romanı.
Roman Jose Arcadio Buendia tarafından kurulan Macondo adlı bir kasabada bu ailenin altı kuşaklık trajik. komik, ensest, macera dolu hikayesini çok güzel mizahi ve masalsı bir dille anlaıyor.
Marquez'in bir çok kitabını okudum Yüzyıllı Yalnızlık en beğendiğim oldu diyebilirim Marquez'le henüz tanışmayanlar için güzel bir başlangıç olur diye düşünüyorum..
Baştaki soy ağacına bakmadan okumanız mümkün görünmüyor.Özellikle iki isim tekrarlanıp duruyor. 5-10 sayfa okunup tıkanıyorsunuz.Anlayarak okuyup ilerlemek isteyince yorucu bir okuması var.Sanırım Nobel Edebiyat ödülünün verdiği ağırlığı taşımasından kaynaklanıyor.
Hayran kaldım. Evet çok sayıda karakter, çok sayıda benzer isim var. Ancak size elinize her aldığınızda kitabı o kasabadasınız hissini tatmin edici şekilde veriyor.
Çok sevemedim seni ama yarımda bırakamadım başın ve sonun çok güzeldi isimler öyle iç içe girdi ki kim kimin nesi çoğu zaman karıştırdım zannedersem 500T yolculuklarına yakışmadın daha sakin bir kafa 50'li 60'lı yaşlarda tekrar görüşmek üzere
Güney Amerika'nın Yaşar Kemal'ini okuyormuş hissi yaratan kitaptı.
Gerçeküstü olaylar, hayatların sıradan bir parçası olarak resmediliyor. En şaşırtıcı şeyler, olağan gelişmeler gibi aktarılıyor ve en mantıksız kompozisyonun kendi içerisindeki tutarlılığı okura yumuşacık bir şekilde kabul ettiriliyor, "olması gereken buydu" dedirtiyor.
Arcadio/Aureliano'ların isimlerini değiştirseler dahi kaderlerinden kaçamamaları gülümsetmişti. En çok sevdiğim iki karakter doğaldır ki Melquiades ile Pilar Ternera oldu.
Protestocuların öldürülmesinin ebedi bir sır olarak kalması ne kadar gerçek dışı görünse de; devlet refleksi göz önünde bulundurulduğunda, tarihte defalarca yaşanmış olduğunun ne kadar olası olduğu herhalde kabul edilecektir.
İki cümleyle anlatılamayacak bir kitap. Hakkında yazacak çok şey var.
Gabriel Garcia Marquez tarafından yazılmış destansı bir kitap. İlk okuduğunuzda sıradan bir ailenin yaşam hikayesi gibi başlayan kitap gittikçe genişleyen ailenin yaşadığı bazısı günlük bazısı ise önemli olayları anlatıyor. Dört neslin yaşamını anlatan kitapta karakterlerin büyük bir kısmının Arcadio ve Aureliano isimlerinden türediğini ve bu soy ağacını takip etmenin bazen zor olduğunu belirtmek gerekir, o yüzden kitabın başındaki soy ağacına ilerleyen sayfalarda sıklıkla göz atılmalı; tekrar tekrar.
Yazar günümüz dünyasına uyarladığı romanında olağanüstülükleri sıradan bir olaymış gibi anlatıyor.
[spoiler]
Güzel Remedios'un rüzgara kapılıp cennete gitmesi, Fernanda'nın cinleri ve görünmez doktorlarla olan mektuplaşmaları, en büyük dedeleri Jose Arcadio'nun bir ağaca bağlanıp ömrünü orada geçirmesi ve en yakın arkadaşının hayaletiyle sık sık muhabbet etmesi gibi.
Ursula'nın tüm sahiplenmelerine, aileyi bir arada tutma çabalarına rağmen ailedeki herkes yalnızlık sebebiyle sıkıntı çekiyor. Kimi ailedeki bireyleri sevdiğini son nefesinde farkediyor, kimi kendisi yalnız olmak istiyor, kimisi de yalnız olmamasına rağmen anıların getirdiği hüzünle yalnız kalıyor. Evet bu kitapta anılarla ilgili çok ayrıntı var ve kitabı okurken insanı düşündüren unsurlardan biri kesinlikle anılar.
Kitapta ayrıca hemen hemen herkes aile bireylerinden bir şeyler gizliyor. Ursula kör olduğunu, Amaranta duygularını, Fernanda kocası ve kendi ilişkisini, Fernanda'nın Papa olmak için Roma'ya yolladığı oğlu orada sefil bir yaşam sürmüş olduğu gerçeğini, Albay Aureliona'da anıların sürüklediği yalnızlığı diğerlerinden gizlemeye çalışıyor. Kitapta ilginç olan çok şey vardı güzel Remedios'un neredeyse tüm yaşamı ilginçti, Albay Aueriliona'nun savaş esnasında değişen kişiliği ve ikizler Aureliona Segunda ve Jose Arcadio Segunda'nun birbirlerinin isimlerini karıştırıp ömürleri boyunca bir diğerinin isimlerini taşımalarının akabinde defin esnasında da tabutlar karısınca aslında doğru şekilde defnedildikleri olay hakikaten trajikomikti.
Mıknatısları ilk gördüklerinde şaşıran kasaba halkının üçüncü nesilden itibaren ilerleyen yılların getirdiği neticeyle tren gördüklerinde şaşırmaları, muz fabrikasında işçilerin yaşadıkları şeyler ve öldürülmelerine rağmen bir çeşit oyunlarla alt edilen kasaba halkının kimsenin ölmediğine inanması da kitapta fark ettiğim iğneleyici unsurlardan bir kaçıydı. Elinde sadece baltası olan insan zamanla gelişiyor, devlet Mocando'ya el atıyor, kapital oluşum başlıyor ve işçi örgütlenmeleri de bununla beraber gelişiyor.
Kitapta ilginç bir şekilde Türkler sokağı mevcut; hangi amaçla koyulduğunu bilmiyorum fakat bu sokak kasabanın ilk günlerinde en sakin yeriyken ilerleyen nesillerle beraber eğlence yerine dönüyor, bir takım karnavallar burada yapılıyor.
İşin bir düşündürücü tarafı da şuydu kendi adıma; uzun yıllar süresince kimse ölmediği için mezar taşı olmayan kasaba ilerleyen yıllarda kimi belirsiz cinayetler, kimi devletin gerçekleştirdiği idamlar, kimi rastgele kimi hastalıktan gelen ölümlerle mezarlığa dönüyor. Ve tüm karakterler geçmişe duydukları özlemle ölüyorlar son Aureliona ve Armanta Ursula dışında çünkü gerçek aşkla beraber olan sadece o ikisi oluyor.
Domuz kuyruklu Aureliona'nın kırmızı karıncalar tarafından yenildiği bölümde ki şu söz çok dikkat çekiciydi, "soyun babası ağaca bağlanır, sonuncusunu da karıncalar yer." nitekim en büyük dedeleri de ağaca bağlanmıştı.
Yine kitapta kurşunlanarak idam edilen Arcadio hakkında ki sözlerde yüreğimi burktu.
"yaşamla hesabını kesin olarak kapatırken kendi insanlarını düşündükçe duygulanmıyor, en çok nefret ettiği kişileri aslında ne kadar sevmiş olduğunu anlamaya başlıyordu.[/spoiler]
"çünkü yüzyıllık yalnızlığa mahkum edilen soyların,yeryüzünde ikinci deney fırsatları olmazdı,"diyor ve bitiyor kitap fakat siz hiç bitmesin istiyor, kitap elinizde öylece kalakalıyorsunuz.
Yüzde 70lerdeyim,bitsin artık bu kadar okudum yazık olmasın diyorum.Yazar bu isimleri çokmu aradı diye düşünmüyor değilim. Hayal dünyam yetersiz kaldı kişileri hatırlıycam diye.Tavsiye etmem kesinlikle.
İlk 100 sayfası hikayeye çok güzel hazırladı diğer 300 sayfa mukemmel bir şekilde hikayede buldum kendimi.yalnız son 50 sayfasında sıkılarak bitirdim
kitapların hepsini ayrı bir nefes olarak gördüğümden bir kitabı kolay kolay eleştiremem. sadece bende derin yankılar bırakacak bir kitap değildi yüz yıllık yalnızlık. insan yalnızdır ursula bunu bilir. ben en çok ursulayla anlaştım sayfalar boyunca.
Biraz gerçek dışı bir hikaye, karakterler olağan üstü. Buendia ailesi sıradışı, kendi geleneklerimle kültürümle hiç bir şekilde bağdaşmayan bir kesim. Hikaye beni fazla sarmadı açıkçası, ama yazara da haksızlık etmek istemem. Güzel bir kitap.
Karakterlerin ismi cismi o kadar birbirine girmiş ki dün okuduğun yeri bugun unutuyosun.Bu akımı pek sevemedim 4/10
Eğer Murat Menteş romanlarını saymazsak düşsel gerçekçilik türüyle ilk tanışmışlığım bu kitapla oldu. 82 yılında Marquez'e Nobel kazandıran bu kitabı okumamanın artık eksiklik halini almasıyla heyecanla başladım. Ancak bana göre bir hayal kırıklığı idi. Özellikle birbirinin aynısı isimler kitabı çok karıştırıp okunmasını zorlaştırıyor. Marquez kendi çocukluğunu anlatıyor ve yaşadığı evde de böyle bir durum olduğundan böyle yaptığını söylüyor fakat benim için ciddi manada bir negatif etki oluşturdu.
Kitabı okuyanlar arasında gördüğüm ise; okuyanlar bu kitaba ya hayran kalıyor, ya da benim gibi pek beğenmiyorlar. Eğer biri hakkında fikrimi sorsa ona bu cümleyi kurardım.
En abartıldığını düşündüğüm kitaptır. Fena sayılmaz ama bu kadar övgüyü hak etmiyor bana göre. Bir de kalın yani zaman alıyor. Ama aldığı zamanın karşılığını kuru hayal gücüyle ödemeye çalışıyor. Çok zorladım ama yarıda bıraktım.
Not: Büyülü gerçekçilik mi olur ya :D
Her sayfasında ayrı bir olay, ağzım açık okuyorum ancak biraz da benim tembelliğimle bitişi fazla uzadı, artık bir an önce bitsin duygularıyla okuyorum kitabı :/ Ama gerçekten eğlenceli yanlış anlaşılmasın çok beğendiğim kitaplardan biri =)
kitap akıcı bir dille verilmiş olmasına rağmen,isimlerin tekrarlanması karışıklık yaratıyor.Mutlaka okunmal; bir kitap deyil
Hayali gerçekten, gerçeği hayalden ayıramadığınız bölümlerle dolu, inanılmaz karışık bir yapısı olan bu kitapta bir de isimleri karıştırmasak ne güzel olurdu :)
Aslında bu kitabın, bu hayal alemi, hayaletlerle dolu olan anlatım tarzının nedense Orhan Pamuk ve Elif Şafak'ı da bir yerinden etkilediğini ve etkilemekte de haklı olduğunu düşünmekteyim ayrıca.
Okuyun sevmeseniz bile çok enteresan olduğunu kabul etmek zorunda kalacaksınız.
Öncelikle bu kitabı okumaya niyetlilere önerim, not almadan okumayın. Sürekli çocuklar doğuyor, doğan çocukların hemen hepsi aynı adı alıyor. Kitaptaki olaylar gerçekten çok canlı ve ilgi çekici. Dış dünyaya kapalı bir köye takma dişin ilk getirilişi, insanların buna tepkisi çok komikti. Devam edebilseydim bunun gibi nice olayla karşılaşabilirdim, ama edemedim. Peki öyleyse neden yarım bıraktım? Ahlaki değer yargılarım daha farklı olsaydı okumayı sürdürürdüm. Ama müstehcenlik canımı sıktı. Böyle şeyler okuyunca kalbimin kirlendiğini hissediyorum. O yüzden atlaya zıplaya okuyabileceklere öneririm.
García Marquez, Latin Amerika'yı ilkel güzelliği ve el değmemişliği içinde tanıtırken, düş ile belleği, olayların akışını gösterişsiz, ama şaşırtıcı bir üslupla birbirine karıştırırken, tarihsel doğruluğa ve gerçekliğe bağlı kalmaya da özen gösteren bir yazar.
Çok kalabalık bir şahıs kadrosuyla sanki içinden çıkılmaz gibi görünen ama neredeyse bir solukta okunan muhteşem roman.Yazar kitabın arka kapağında " Anlattığım her şey gerçektir." dediği için hayli şaşırtır ama büyülü bir anlatıdır..
Bu kitabı daha okumamış olanları o kadar kıskanıyorum ki. Hayatımda okuduğum en iyi romandı diyebilirim. Teşekkürler bize bu zevki yaşattığın için Marquez :)
Son cümlesi gözlerimden kayıp gidince 'bitti mi yani' hissi uyandıran enfes bir yapıttı benim için.Evin bir köşesinden izler gibi akıp gitti sayfalar.Okurken anladım ki hepimizin hayatında köhneleşip kaderimize terk edildiğimiz anda,viraneye dönecekken yılmadan,umutla bahçemizdeki ayrık otlarını temizleyip,ortancalar yeşerten bir Ursula var.İlk kez bir kitabı daha bitirmiş olmanın hazzını hissedemedim sonuç olarak.
Ve Marquez...Yıllar içerisinde tekrar tekrar okuyacağım bu başyapıtı başucuma koyup,aziz hatıranın önünde saygıyla eğiliyorum..
Sahip olduğu ünü kesinlikle hakeden büyüleyici bir roman. Gerçekçi, komik, acıklı, büyüleyici, modern, klasik. İçine girip çıkmamak istiyor insan.
Ve çeviri: İngilizceden çevirmesine rağmen Seçkin Selvi öyle güzel çevirmiş ki bu kitabı tadına doyulmuyor. Kimi zaman eski sözcükler, kimi zaman atasözleri, kimi zaman deyimler kullanarak Buendia ailesinin sanki dünyanın başlangıcına kadar geriye giden geçmişini müthiş bir yetkinlikle yansıtmış. Kendi dilime bir kez daha hayranlıkla baktım Seçkin Selvi sayesinde.
"Jose Arcadio yatak odasının kapısını kapar kapamaz, evde bir silah sesi çınladı.
Kan, kapının altından süzüldü, oturma odasına geçti, sokağa çıktı, inişli çıkışlı yoldan karşıya ulaştı, kaldırımları indi çıktı, Türkler Sokağı’nı geçti, önce sağa, sonra sola saptı, Buendia'ların evinin tam karşısına geldi, kapalı kapının altından sızdı, halıları kirletmemek için duvar diplerinden dolanarak salonu geçti, oturma odasına girdi, yemek masasının çevresinde geniş bir kavis çizdi, begonyalı terasa uzandı, Aureliano Jose'ye matematik dersi veren Amaranta'nın sandalyesinin altından görünmeden süzüldü, kileri geçti, ekmek pişirmek için tam otuz altı yumurta kırmak üzere olan Ursula'nın bulunduğu mutfağa girdi.
Ursula, 'Aman Tanrım! Vay anacığım!' diye haykırdı." (s. 152)
"Albay Aureliano Buendia, hiçbir zaman görmediği babasının hayaletini o gün de görmedi ve dereler gibi boşalan sıcak sidik, ayakkabılarına sıçradı diye babasının söylendiğini duymadı." (s. 296)
"O zaman, evde söylenildiği gibi Jose Arcadio Buendia'nın deli olmadığını, zamanın da arada bir sendeleyip ayağını burkabileceği, doğrulup kalkarken de sonsuza dek aynı kalacak bir dilimini bir odada bırakabileceği gerçeğini yalnızca Jose Arcadio Buendia'nın kavramış olduğunu anladılar." (s. 388)
“Yine de doğduğu köye dönerken bu yazılarla dolu üç sandığı yanında götürmekten hiçbir güç onu alıkoyamadı. Sandıkları yük vagonuna atmak isteyen tren kondüktörlerine yakası açılmadık küfürler yağdırdıktan sonra sandıkları yanına alıp yolcu vagonuna yerleştirmeyi başardı. Ve ‘İnsanlar birinci mevkide giderken, edebiyat yük katarına atılırsa, dünyanın anası bellenmiş demektir,’ dedi.” (s. 443)