ihsan oktay anar bambaşka bir dünyada yaşıyor ve bu kitap çok güzel , asla ağır değil ve elinizden bırakamıyorsunuz
Kitabı bitirdiğinizde neyin düş neyin gerçek olduğu hakkında kesin olan o yargınıza temas ediyor, o zaman kesin olan o yargınızın sarsılmaya başladığına tanık oluyorsunuz.
İhsan Oktay Anar'ın Kitab-Ül Hiyel den sonra okuduğum ikinci kitabı oldu Puslu Kıtalar Atlası.
İlki gibi çok severek okudum ve güldüm.Yine nefis tipler komik hikayeler var ben en çok Ağa çayırındaki ayı oynatan Çingene ayı ve oğlunun hikayesini ve Ermeni Vardapet'in Kilise sorumluluğu için girdiği sınavın hikayesini sevdim ve bir kaç kez okuyup epey sesli güldüm. Sonuç olarak çok beğendim eline sağlık olsun yazarın. .
http://www.vikitap.com/quiz/Puslu-Kitalar-Atlasi-156
Tarih, felsefe, fizik, dinsel, dilsel örgüsüyle yapılmış sarmal kurgusu, öylesine makul dozda ayarlanmış ki, düşsel, masalsı bir maceranın içinde yaşıyorsunuz adeta. Zihinleri derinlikli olarak açacak, zaman, boşluk ve düş kavramları irdelenirken, her şeyle, hiçbir şeyin bir olduğu ve karşıt kavramların (varlık-yokluk, hareket-karşı hareket, ses-sessizlik, karanlık-aydınlık) birbirine bir olacak kadar yaklaştıklarını görüyoruz, bu tarihi fantastik romanda.
Yazarın okuduğum ılk kitabı ve bütün kitaplarını okumak ıstiyorum. Eski ıstanbul, tarih kokan farklı yaklaşımlar ile güzel ele alınmışti... Dilenciler, bilginler, kehanetler,dùşler... Çok beğendim...
http://kitapeylemi.blogspot.com.tr/2014/03/25-puslu-kitalar-atlasi-ihsan-oktay-anar.html
Mantıksal kurgu mükemmel,
Dili muazzam akıcı,
Olaylar ve kişilerin bağlantısı çok iyi,
Hem espirili, hem de tarihi tat var
TebrikleR Sn ANAR
http://kitaplardansayfalar.blogspot.com.tr/2015/09/puslu-kitalar-atlasi-okudum-begendim.html
Düşlere inananlar içindir Puslu Kıtalar Atlası.
Gerçeği düşten üstün görenlerin yeri yoktur çünkü içinde.
İnsan düşledi mi çünkü, sağırken duyabilir ve görebilir, kör olsa bile..
Düşünmekle düşlemenin iç içe girmiş hali… Kitabın sonunda her şeyin ve herkesin bir düşten ibaret oluşu ve sarmal bir anlatım.. Kitap okuma tarihimde bir ilktir kitabın sonuna gelip tam olarak algılayamadığımı düşündüğüm için tekrar başa dönmek dolayısıyla kitabı aralıksız iki kez okumuş olmak.
Kitaptaki olaylar Osmanlı’nın en parlak dönemlerinde geçtiği için kitabın dili eski Türkçe-Osmanlıca karışımı terimlerden oluşuyor bu yüzden okurken zorlanabiliyorsunuz. Ama ortalardan itibaren olaylar zincirini takip ederken bu dile alışıyorsunuz.
Kitap uzun cümleler içeren betimlerden oluşuyor. Bu konuda aynı hissi Orhan Pamuk / Kafamda Bir Tuhaflık eserinde İstanbul’un son 40 yılını yaşamış kadar okuyucuya yansıtır. İhsan Oktay Anar’ın bu eserinde de Kostantiniye’nin her köşe bucağını o dönemde yaşamış hissine kapılırsınız. Kitapta olaylar sadece başkahraman üzerinde dönmüyor yan karakterlerde kitapta bir o kadar etkili. Çünkü Onar; kahramanlarını tarihsel kişiliklerden seçerek farklı rollerde gerçeğe uyarlamış. Bir Efrasiyab karekteri vardır mesela, İran destanı Şehnâme'nin kahramanlarından Efrasiyab Alper Tunga’nın ta kendisidir. Bilme arzusunun esiri Ebrehe karakteri Yemen’de, Habeşistan Krallığına bağlı Hıristiyan bir valiydi ve Kabe’ye fillerle saldırdığı Kuran-ı Kerimde geçmektedir. Uzun İhsan Efendi’de yazarın kendisinden başkası değildir. Arap İhsan’ın verdiği kitabın çevirmesini yapan Rendekar karakterinin çevireme olarak söylediği “düşünüyorum öyleyse varım” sözü Rene Descartes’e aittir.
Yazarın felsefe bölümünden master ve öğretim üyeliği yapmış olmasını baz alırsak kitabın Tarihi-felsefik ve fantastik bir kurgusu var diyebilirz. İçinde çoğu ibretlik olmak üzere küçük hikayelere değinmiş bu masalsı anlatım kitabı okurken okuyucuda merak, heyecan ve öz kültürümüzü benimseme, sahip çıkma duygusu uyandırıyor. Yazarın zekâsına, hayal gücüne, bakış açısı ve betimlerine hayran kaldığımı söylememe gerek yok sanırım ama Anar’ın, 2009 yılında Erdal Öz Edebiyat Ödülü'nü almış olmasını, imza günlerine katılmayıp medyatik görünmekten uzak, tanıyan arkadaşların dediğine göre mütevazi bir kişilik oluşunuda atlamayalım
Kitaptan altını çizdiklerim:
- Bu dünyada insanların korktuğu tek şey öğrenmekti. Acıyı, susuzluğu, açlığı ve üzüntüyü öğrenmek onların uykularını kaçırıyor, bu yüzden daha rahat döşeklere, daha leziz yemeklere ve daha neşeli dostlara sığınıyorlardı.
- Yaşanılanlar, görülenler ve öğrenilenler ne kadar acı olursa olsun, macera insanoğlu için büyük bir nimetti. Çünkü dünyadaki en büyük mutluluk; bilmek ve bu Dünya’nın şahidi olmaktı.
-Sence tabiatta etki eden kuvvetler içinde en büyüğü hangisi? Doğru cevap akıl. Ateş dediğimiz güç nasıl ki odunla beslenirse akıl da bilgiyle beslenir.
- Buna göre ölüler nasıl ki ışığı görmezlerse, yaşayanlar da karanlığı ölüler kadar iyi göremezlerdi
- Zaten görülen ve görülmeyen bütün düşler, bu karanlığın ta kendisi değil miydi?”
- Düşündüğüm için ben var değilim, sizler varsınız. Sizler benim zihnimdeki düşüncelerden ibaretsiniz.
- Ben de düşünüyorum dolayısıyla varım, ama kimim? Galata'da, yelkenci hanı bitişiğinde ikamet eden uzun ihsan efendi mi, yoksa bugünden tam üç yüz sekiz yıl sonra, sözgelimi İzmir'de oturan mahzun ve şaşkın adam mı? Hangimiz düş ve hangimiz gerçek?
-Her şey ben ve benim düşüncelerimden ibaret olsa da bu dünyada yaşamak zevkli bir şey." diyordu, "Sen! Oğlum! Sen benim zihnimde bir düş, bir düşüncesin. Bana şu anda dokunuyorsun. Ama ben sana dokunamıyorum. Çünkü düşlere dokunmak mümkün olabilir mi?"
Şair hakkında şöyle yazılmış internette bir sözlükte: 'insana kendi yaşantısını, kültürünü, tarihini sevdiren, bilmek isteten yazar. ' Belki de bu cümle eseri için de en güzel açıklama olacaktır. Kitabı okudukça hikayenin beni yakamdan tutup bir yerlere sürüklediğini hissettim. Kitabın sonunda anladım ki Uzun İhsan beni gerçekliğe en güzel manzarısı olan yere, hayal gücünün ortasına getirmiş.
Fantastik, otantik, akıcı, keyifli bir hikayeydi. Karakterlerin hikayelerinin birleştirilmesi de çok hoşuma gitti. Okuduğum yerli romanlardan farklı bir tadı vardı. Kendine has bir anlatımı var. Çok beğendim. Tavsiye ederim.
bastan sona gerçekle hayalin dansı.bir osmanlı ovgüsü ve yergisi.tarih için yaşananlara bakmadan gelecek yazılamaz derler.bu sözün hakkını veren güzel bir yapıt.ihsan hocamızın kalemine aklına sağlık
Kitabı şöyle bir göz atmak için elime aldım, alış o alış, kendime geldiğimde kitabı çoktan yarılamıştım. Kitabın yarı masalımsı yarı gerçekçi –belki de büyülü gerçeklik- kurmaca evreninde kaybolup gitmişim. Kitap bir günde elimde eriyip gitti. Kitabı bitirdiğimde, biri bana "şu romanın konusunu anlat hele" diye sorsa, ne anlatabilirim diye düşündüm. Kitaptaki olguları düşünüp, derleyip toparlayıp tam bir öykü oluşturamadım kafamda. Ancak şöyle bir kaç cümle kurabilirim diye düşündüm: "Anladığım kadarıyla kitap "Düşünüyorum, öyleyse varım" tezine karşı "Düşünen bir insanı düşünüyorum, düşünebildiğim için ben varım. Düşündüğünü bildiğim için, düşlediğim bu insanın da var olduğunu biliyorum" karşı tezini eksenine alan, yarı masalımsı yarı gerçekçi bir şeylerden bahsediyor" derim ve işin içinden sıyrılırım diye düşündüm.
Yazarı İhsan Oktay Anar olan bir roman okudum, ama tam olarak düşle gerçek arasında... Ben bu kitabı sevdim, belki de sevdiğimi düşledim. Ama neden sevdiğimi (belki de sevdiğimi düşlediğimi) kelimelere dökemiyorum.
Konusu sorduklarında cevaplayamadığım tek kitap.. Karmaşık, iç içe geçmiş konular karakterler olsa da ilginç bir biçimde kurulan onca bağdan okurken rahatsız olmuyorsunuz. Güncel kitaplar gibi konusu net değil, hatta dili yazarın kullandığı kelimeler yüzünden anlaşılmaz bile gelebiliyor ama bütün bunların dışında okurken ciddi anlamda doyurucu bir şeyler okuduğunuzu hissettirmesi çok güzel..
Kitabın benim açımdan tek sıkıntısı anlamını bilmediğim , daha çok tahmin ederek okuduğum çok fazla kelime içermesiydi. Dipnot ya da kitap sonu sözlüğü gibi bir şey olmadığından en iyisi bir yere not alıp sonradan sözlükten bakmak oldu.Bu da olay örgüsü içinde kopmalara neden olduğu için çok hoşuma gitmedi açıkçası.
farklı karakterleri ve olayları iyi bir dil ile anlatan fantastik bir kitap.
pek ahım şahım bir eser değil, bence fazlaca abartılmış.
okumasanız da olur.
Bu kitap hakkında hep olumlu düşünceler okuyunca koşa koşa aldım. Aslında Yedinci Gün'ü okumuştum ve pek aradığımı bulamamıştım. Bu kitapta da aradığımı bulamadım. Her ne kadar çok hayranı olsa da bir daha okumayacağım bir yazar sanırım....
Masalsı dili başta adapte olmayı güçleştirse de bir kere kapılınca girdap gibi içine çeken bir eser. Masal içinde gerçek, gerçek içinde masal. Başarılı bir kurgu, Türkçe'nin nimetlerinden faydalanan şiir gibi bir yazım dili. Peki ne anlatıyor diye sorulursa, en yalın haliyle "varolmayı" diyebiliriz sanırım.
Okunma zamanını ve süresini kendi seçen bir kitap...
Şimdi, 4 günlük bir okuma için, yıllardır kütüphanemde sabırla beklemesinin , -romanın kahramanı Uzun İhsan Efendi'nin 'Düş'lemesi gibi - nihayet 'Bir Düşleyen' olduğumu hatırlamakla ilgili olduğunu düş'ünüyorum...
Not: Daha önce 'Tanrılar Okulu'nu düş'lemiştim ! ;)
Açıkçası felsefe ile halk hikayelerinin bu denli harmanlaştığı bir eseri ilk defa okuyorum ve çok beğendim.Efrasiyab hikayelerinı de beğenmiştim.Ama bu bambaşka,harikulade.Kesinlikle kütüphanelerinizde yer almayı hakkediyor.
ihsan oktay anarın akademik felsefe altyapısıyla tarihi canlı kanlı hale getiren anlatım biçiminin harmanlanmasıyla oluşmuş ilginç anektodlar barındıran okunmaya değer su misali akan romanı
Kitabın ilk sayfaları oldukça zorlayıcı olmasına rağmen ilerledikçe, hem siz dile alışıyorsunuz; hem de dil nispeten sadeleşiyor. Önemliden önemsizine, farklı karakterlerin, farklı hikayelerine yer verirken; konunun ilerleyişinde bu hikayeler başarı ile bir araya geliyor. Bir bölümde detaylarıyla anlatılan bir karakterin sonunu, ileride farklı bir kişiyi ya da durumu anlatan olay örgüsünde öğreniyorsunuz. Kurgu oldukça başarılı. Buram buram tarih kokan, bilmediğim detaylarla zenginleşen, ilginç bir eser oldu benim için. Darphaneden lağımcılara, istihbarattan saraya, saraydan sokağına kadar Osmanlı İstanbul'una farklı bir bakış açısı aslında. Yaşanmışlık ile hayal, düş ile gerçek hep içiçe.
Bu kitabı uzun zamandır okumayı düşünüyordum; ancak fırsat olmuyordu. Sonra bir pazar günü nasıl olduysa elime geçti kitap. Ardından da zaten olan oldu. Bitirmeden elimden bırakamadım.
İhsan Oktay Anar gibi bir hayal dünyam olsun isterdim. Çok güzel yazmış. Ben özellikle kitabın giriş kısmını, oradaki İstanbul tasvirini çok beğendim.
Şahsi kanaatim okunması gereken bir kitap olduğu yönünde, kesinlikle değeceğine inanıyorum.